Köyümüzün Amcıkları, İzmirin Amcıkları... (11) (Harun 22 Y., İzmir)
Gece
yatağımda yatarken, Zeynebe gerçekten de haksızlık
ettiğimi düşündüm. Ayrıca Zeynebe daha çok işim
düşecekti, bunu biliyordum. Onun için Zeynebin gönlünü hoş tutmam
gerekiyordu. Kız zaten bakire olmadığı için, babası
yaşında bir adamla evlenecekti ve buna çok üzülüyordu.
Kızın benden tek istediği, arada sırada da olsa, ona biraz
özel vakit ayırmam, onunla ilgilenmemdi. Fakat onun bu isteği köyde
biraz zor olacaktı. Onun için bir çözüm bulmalıydım. Ve
düşünürken, kafamda birşeyler oluşmaya
başlamıştı bile.
Ertesi gün
kahvaltıda bizimkilere, bir iki günlüğüne İzmir'e gidip
geleceğimi, okula bir uğramam gerektiğini söyledim. Fakat
Zeynebin de nişanlısının yanına gidip gelmek istediğini,
arabayla gidersem, onu da yanımda götürüp getirebileceğimi önerdim.
Babam, "İyi olur, kızcağız tek başına
otobüslerde sürünmesin! Hem göz kulak olursun, kızın başına
birşey gelmesin, iti var çakalı var, kıza birşey yapmaya
kalkışan falan olur!" dedi. Ben de bu haberi Zeynebe vermek
için, kahvaltıdan sonra halamlara gittim.
Halamın
yanında Zeynebe, "Ben yarın sabahtan arabayla İzmir'e
gidiyorum. Okula uğramam gerek. Bir iki gün kalıp döneceğim.
Gelmek istiyorsan, Kuşadasına da uğrarız,
nişanlını görmüş olursun!" dedim. Zeynep sevinçten
uçacaktı, ama nişanlısını göreceği için
değil tabii, benimle başbaşa kalacağına seviniyordu.
Halam da sevinmişti buna. Zaten onlar da epeydir Zeynebi
nişanlısının yanına göndermeyi
düşünüyorlarmış. Ama Zeynebin yalnız gitmesinin uygun
olmayacağından, yanında kardeşlerinden birini göndermeyi
düşünmüşler, ozaman da masraflı olur diye vazgeçmişler. Ben
de, bana extra hiç bir masrafı olmayacağını, sabah saat
7:00'de gelip Zeynebi alacağımı söyleyip, ordan
ayrıldım. Zeyneple başbaşa kalacağımız
anları düşünmekten o gece sabahı zor ettim.
Sabah halamlara vardığımda, Zeynep
hazırlanmıştı. Dizkapaklarına gelen bir etek ve
üstünde de beyaz bir gömlek giymişti. Başını da çiçek
desenli, yeni bir eşarpla bağlamıştı. Zeynebi ilk defa
etekle görüyordum, hep şalvar giyerdi köyde. Giydikleri
yakışmıştı da, ama nedense suratı
asıktı. Ben daha Zeynebe ne olduğunu soramadan, içerden Mürüvet
yengem kucağında çocuğu ile çıktı, o da yeni
olduğu belli olan bir etek ve gömlek giymiş, başını
eşarpla bağlamıştı. "Günaydın Harun, biz de İzmir'e
geliyoruz! Çocuğun kaç gündür ateşi var, dün kasabadaki doktora
götürdüm, birşeyi yok dedi, ama ben emin olmak için bir de İzmir'de
bir çocuk hastalıkları uzmanına göstermek istiyorum. Gelmemizin
mahsuru yok değil mi?" dedi.
Zeynebin
suratının asık olma sebebini şimdi
anlamıştım. Zeynep gibi ben de Mürüvet'in gelmesine
bozulmuştum, ama hiç renk vermeden, "Ne mahsuru olacak yenge, arabada
yer var nasıl olsa!" dedim. Çocuğu daha 9-10 aylık
birşeydi. Mürüvet yengem 4 senelik uğraşla ve iğne ilaç
tedavisinden sonra hamile kalıp, çocuk sahibi olmuştu. Çocuğun doğumu
da Sezeryanla olmuştu. Bundan dolayı çocuğuna daha bir özen
gösteriyordu. Ama belki de gereksiz yere evhamlanıyordu, çünkü çocuk Turp
gibi sağlıklı görünüyordu.
Mürüvet 'yengem',
amcaoğlu Hidayet'in karısıydı. Hidayet de
tesisatçıydı ve Rusya'daki bir Türk şirketinin işinde
çalışmak için, Moskova'ya gitmişti. Duyduğum kadarıyla,
Hidayet eve düzenli olarak her ay para gönderiyor, ama kendisi senede bir kez,
o da 2 haftalığına anca izin alıp gelebiliyordu köye.
Mürüvet yengemle aramızda fazla bir yaş farkı yoktu, benden
sadece 1 yaş büyüktü. Bu sebebten dolayı kendisine ismiyle hitap
etmemi isterdi hep. Ama ben nedense 'Yenge!' demeyi tercih ediyordum. 'Yenge!'
dediğim zamanlar, bana şakacıktan kızar ve "Aşk
olsun Harun, ben okadar yaşlı mıyım? Bana birdaha yenge
deme!" derdi.
Aslında Mürüvet
yengeme alıcı gözle bakınca, bir çocuk doğurmasına
rağmen, vücudu halen taş gibiydi. Yani amı götü yerindeydi.
Onunla nezaman görüşsek, benimle hep samimi olmaya çalışır,
el şakaları yapardı. Ben de ona karşı samimi olmak
isterdim, ama Hidayet'le aram pek iyi olmadığından, Mürüvet'e
karşı da hep mesafeli davranıyordum. Yine de Mürüvet'i
siktiğimi düşünerek kaç kere 31 çektiğimi
hatırlamıyorum bile. Hele Mürüvet'in o koca götüne
bayılıyorum. Yürüyüş tarzından olsa gerek, her adım
attığında götünün yanakları titriyor, bu da beni hasta
ediyordu.
Neyse, arabaya
bindik, yola çıktık. Zeynep binerken öne, yanıma oturacaktı,
fakat Mürüvet'ten çekindiği için arkaya, Mürüvet'in yanına
oturmuştu. Köyden ayrılıp otoyola çıkınca, ilk
benzinlikte durdum. Hem depoyu fullemek için, hem de yolda içmeye soğuk
birşeyler almak için. Çocuk Mürüvet'in kucağında uyumuştu.
Ben de, "Zeynep, sen öne geç istersen, Mürüvet yengem çocukla arkada rahat
etsin!" dedim. Zeynep te, "Tamam!" diyerek öne geçti.
Benzinlikteki işimi halledip, tekrar yola çıkınca, onlara bir
program yapmamız gerektiğini söyledim ve fikirlerini sordum. Her
ikisi de, "Farketmez, sen karar ver!" dedi. Ben de yolumuzun üzerinde
diye, önce Kuşadası'na uğramayı önerdim. Kabul ettiler.
Üçümüz de mümkün
olduğu kadar az konuşarak yolculuk ediyorduk. Ortamda hafif bir gerginlik
vardı. Zeynep benimle muhabbet etmek için Mürüvet'ten çekinirken, belli ki
Mürüvet de Zeynepten çekiniyordu. Üstelik Zeynebin suratı, Mürüvet'in de
gelmesinden dolayı halen asıktı. Ben de yanlış bir
hareket yapıp veya yanlış bir şey söyleyip, bir çuval
inciri berbat etmekten çekiniyordum. Ama arabadaki bu sessizlik fazla sürmedi.
Mürüvet Zeynebi dürterek, "Kızım, hadi benimki Rusya'da,
Harun'unki de Almanya'da. Diyelim bizim neşemiz o yüzden yok! Ama sen
bugün nişanlını göreceksin, senin suratın niye
asık?" diyerek takıldı. Zeynep ise, "Suratım
asık falan değil abla, sadece biraz uykusuzum!" dedi. Mürüvet de
Zeynebe, "Haa, ben de birşey var sandım!" dedikten sonra,
bana da, "Harun, müzik yok mu arabada? Güzel birşeyler aç da neşelenelim!"
dedi.
Torpidodaki CD'lerin hepsini
arkaya uzattım. Mürüvet birini seçti, onu koydum. Müzikle birlikte arabaya
biraz neşe gelmişti ve cenaze arabası gibi yolculuk etmekten
kurtulmuştuk. Müzik açmamla birlikte sohbet eder de olmuştuk. Hatta
ilerleyen dakikalarda, özel konulardan bile konuşuyorduk. Mürüvet
kocasını epeydir görmediğini ve evli bir kadın için
kocasızlığın zorluğunu anlatıyor, ben de dikiz
aynasından ona bakıyordum. Kısa kısa da olsa aynadan göz
göze geliyorduk. O an Mürüvet'in kafasından neler geçiyordu bilemiyordum,
ama benim yarağım çoktan hareketlenmeye
başlamıştı bile. Mürüvet Zeynebi dürtüp, "Tabii senin
öyle bir derdin yok!" deyince, Zeynebin beti benzi soldu birden. Zeynep
telaşla, "Ne demek istiyorsun abla?" diye sordu. Mürüvet,
"Kızım şimdi Harun'un yanında konuşturma beni!
Sen ne demek istediğimi bal gibi de anladın!" dedi.
Doğrusu ben
de Zeynep kadar telaşlanmıştım, bizim hakkımızda birşeyler
biliyor olmalıydı. "Ya Mürüvet yenge, bak ben de ne demek
istediğini merak ettim şimdi! Benden çekinmene gerek yok!
Konuşulan herşey üçümüzün arasında kalacak! Söz veriyorum, kimse
kimseye darılmayacak, kızmayacak! Ne konuşacaksan açık
açık konuş, ya değilse bu yolculuk bitmez böyle!" dedim.
Mürüvet bana, "Peki Harun, bana göre hava hoş, ben açık
konuşurum, ama siz utanmayın..." deyip, Zeynebe,
"Kızım sen daha nişanlısın, henüz yarak yemedin!
Hele bir evlen ve yarağın tadını bir al bakalım! Sonra
erkeksiz kalınca, benim gibi kudurursun! Amına salatalık sokmak
falan da kesmez o zaman!" deyince, Zeyneple ben kahkahayı
patlattık. Mürüvet de bizimle birlikte gülmeye başladı. Ama
Zeynep de, ben de, müthiş gevşemiştik.
Ben tabii
bozuntuya vermedim ve aynadan Mürüvet'e bakıp gülerek, "İlahi
Mürüvet yenge, sen varya... Sen acaip kafadengi bir kadınsın!
İşte aynen böyle ol hep! Samimi üç arkadaş olarak, hep birlikte
güle eğlene yolculuğun tadını çıkaralım!"
dedim. Mürüvet, "Ozaman sen de bana yenge deyip durmaktan vaz geç Harun!
Tamam mı canım?" deyip göz kırptı. "Tamam
Mürüvet, tamam canım!" dedim.
Gülme krizimiz
bitince, Mürüvet, "Ee Harun, sen az çok bizim durumumuzu öğrendin,
şimdi de sen anlat bakalım, Nurcan'la neler yaptınız?"
dedi. "Valla ne yapalım, gezdik tozduk, konuştuk
işte!" dedim. Mürüvet, "Oğlum onu sormuyorum lan, siktin mi
Nurcan'ı?" dedi. Normalde bana bu soruyu başka birisi sorsa
ağzını burnunu kırardım, ama Mürüvet'in bunu
sormasına sevinmiştim hatta. Çünkü mümkün olduğunca bu seks
muhabbetini sürdürmek ve Mürüvet'i işlemek istiyordum, herşeye
rağmen Zeynebi belki sikebilirim diye. Hatta kafamdan Mürüvet'i de sikme
düşüncesi bile geçiyordu, ama bu aşamada henüz zor bir
olasılıktı bu. Önce birgüzel işleyip, yoklamam
lazımdı Mürüvet'i. Onun için ne cevap vereceğimi
düşünüyordum.
Mürüvet, "Ee
hadi ama Harun! Bak kendin dedin, herşey üçümüzün arasında kalacak
diye! Şimdi kıvırma da, kalıbının adamı ol
ve anlat!" dedi. Zeynep de heyecanla vereceğim cevabı
bekliyordu. Belli ki üçümüz de bu seks muhabbetinin sürmesi
taraftarıydık. Aynadan Mürüvet'in gözlerine bakarak,
"Siktim!" dedim. Mürüvet, "Hah şöyle! Zaten sikmedim desen
inanmazdım ki!" dedi. Muhabbeti heycanlandırmak için,
"Siktim, ama sadece götten! Nurcan daha bakire, gerisi resmi nikahtan sonra
olacak!" diye yalan söyledim. Mürüvet, "Vah garibim, işte
şimdi üzüldüm haline, desene amcık sikmenin tadını sen de
bilmiyorsun?" dedi. Aynadan baktım ve "Amcık
sikmediğimi kim söyledi ki? Siktiğim amcıkları yan yana
koysan burdan köye yol olur!" dedim. Mürüvet, "Oha!
Çüşşşş!" dedi. Gözleri kocaman açılmış
ve elini açık kalan ağzına götürmüştü.
Mürüvetin
şaşkınlığı geçince, "Peki, köyden de var
mı siktiklerin?" diye sordu. Aynadan bakarak, "Var tabii
ki!" dedim. Mürüvet o ana kadar kucağında uyuyan çocuğu
yanına yatırdı ve öne doğru kayarak, iki koltuğun
arasından başını öne uzattı ve "Söylesene, köyden
kimleri siktin?" dedi. Zeynep ise bu soru üzerine panik
yapmıştı, yine yüzünün rengi solmuş ve eli
ayağına dolaşmıştı. Artık muhabbet, tam da
benim istediğim gibi, geri dönülmez bir yola girmişti. Mürüvet'e,
"Bunu söyleyemem! Sır!" dedim. Mürüvet kolumu çimdikleyip,
"Sıçtırtma Sır'ına lan, hadi söyle, kimleri siktin! Merakımdan
çatlayacağım şimdi!" dedi. Ben de gülerek, "Söyleyebilmem
için, seni de o listeye katmam lazım!" dedim.
Mürüvet, "Çüşşş!
Yok artık, daha neler!" diyerek, birden ciddileşti ve yine geriye
yaslandı. Yüzü Nar gibi kızarmıştı. Aynadan gözlerime dik
dik bakıp, alt dudağını kemiriyordu. Zeynebin ise tedirginliği
geçmemişti, halen diken üstünde oturuyor ve kendisiyle
sikiştiğimizi anlatacağımdan korkuyordu. Ortam yine
gerilmişti. Mürüvet'e aynadan gülümseyerek, "Sen de hiç şaka kaldıramıyorsun
Mürüvet yaa!" dedim. Mürüvet aynadan gözlerime ters ters bakıp,
"Bu nasıl şaka böyle Beyefendi? Hadi evli olmasam neyse de, ama
evli olduğumu unutuyorsun! Üstelik de senin amcanın oğluyla evliyim!"
dedi. Ama halen alt dudağını kemiriyordu. Ben de
ciddileşerek, "Tamam tamam, özür dilerim! Hata yaptım, birdaha
olmayacak Mürüvet yenge!" dedim.
Mürüvet ciddileşmeme
bozulmuştu, aramızdaki samimiyet konusunda yine en başına, mesafeli halimize
dönmemizi istemiyordu belli ki. Omzuma hafifçe vurarak, "Salak! Bak yine yenge
diyorsun, hani birdaha demeyecektin?" diyerek zoraki gülümsemeye
çalıştı. Ben de gülerek, "Mürüvet, sen de ne emmeye
geliyorsun, ne gömmeye!" dedim. Mürüvet, "Senin de aklın fikrin emmede,
gömmede!" diyerek güldü. Muhabbet yine istediğim yöne girmişti. Aynadan
gülerek gözlerine baktım ve "Senin aklın fikrin de aynı
şeyde değil mi? Demin yaraksızlıktan kudurduğunu
söyleyen sen değil miydin?" dedim. Mürüvet kaş göz işaretiyle
parmağını dudağına götürdü, 'Sus!' işareti
yaptı. Zeynepten çekiniyordu demek ki.
Gülerek, "Ne
kaş göz ediyorsun Mürüvet? Zeynebin canı yarak istemiyor mu sanki? Aslında
ikinizi birden yatağa atıp güzelce bir siksem, ne iyi olurdu!" dedim.
Mürüvet de gülerek, "Bak ozaman olur işte! Hadi Zeynebi sikişmeye
razı et, ben de siktireceğim! Söz veriyorum lan!" dedi. "Öyle
kuru kuru söz vermekle olmaz, bu söylediğini kaydececeğim!"
deyip, telefonumu çıkardım ve Mürüvet'e doğru çevirip, video
kayıt tuşuna bastım, "Hadi, tekrarla verdiğin
sözü!" dedim. Mürüvet tekrarlayınca kaydettim ve telefonu kapattım,
bu kadarı benim için yeterliydi. Arabayı derhal sağa, emniyet şeridine
çektim. Kontağı kapamadan, elfrenini çektim, dörtlüleri yaktım
ve uzanıp Zeynebin dudaklarına yumuldum. Zeyneple birkaç dakika
öpüştükten sonra, arkaya döndüm ve Mürüvet'e, "Yaklaş!" dedim.
Mürüvet yine iki koltuk arasından başını uzatınca, bu
sefer onun dudaklarına yumuldum.
Birkaç dakika da
onunla öpüştükten sonra toparlandık. Geçen arabaların dikkatini
çekiyorduk, o yüzden orda daha fazla yiyişmek doğru değildi. Tekrar
vitese taktım ve otoyola çıktım, gaza bastım. Sağ elim
Zeynebin eteğini yukarı sıyırmış, bacağını
okşarken, aynadan Mürüvet'e bakıp, "Bu tadımlıktı!
Üçümüz çok güzel vakit geçireceğiz!" dedim. Bu arada
yarağım kazık gibi olmuş ve pantolonumda çadırı
kurmuştu. Fermuarımı açıp yarağımı
çıkardım ve Zeynebin elini tutup yarağıma
bıraktım. Zeynep yarağımı ürkek ürkek okşarken,
herşeye rağmen halen Mürüvet'ten biraz çekiniyordu.
Mürüvet arka
koltuğun iyice önüne yanaşmış, iki koltuk arasından
kafasını uzatıp, Zeynebin yarağımı okşamasını
izliyordu. Yarağım da öyle bir şişmişti ki, tüm
damarları belirmiş, yarağım patlayacak gibi hissediyordum. Böyle
giderse daha fazla dayanamayacaktım, ama boşalmak da istemiyordum.
Onun için Zeynebin elini yarağımdan çektim ve yarağımı
tekrar yerine sokup, fermuarımı çektim. Bunları bir an önce
sikmek istiyordum, ama Kuşadası'na kadar daha kaç saatlik yol
vardı. Onun için ilk kavşaktan dönüp, Nurcan'la gittiğimiz otele
sürdüm arabayı. Otel fazla uzakta değildi. İkisi de aynı
anda neden döndüğümü sordu. Ben de, "Sikiş molası
vereceğiz!" dedim.
Otelin önüne
geldiğimizde, şaşırmışlardı. Böylesine lüks
bir oteli ilk defa görüyorlardı. Çantaları ve benim Laptopu
aldık, resepsiyona gittik. Bu arada çocuk uyanmış, Mürüvet'in
kucağında ağlıyordu. Kimliğimi verip, birkaç saat
dinlenebileceğimiz, içerisinde bir çift kişilik ve bir tek
kişilik yatak olan bir oda istedim. Resepsiyondaki kız nasıl
ödeyeceğimi sorduğunda, "Nakit, Euro olarak!" dedim. Ramazan
çavuşun ilk gün cebime koyduğu Euro'ları
harcamamıştım daha. Ayrıca kredi kartıyla ödersem,
kartın Extresi babama gidecekti. Kız formu doldurup, 450 Euroluk faturayı
önüme uzattığında epey bozulmuştum. Geçen sefer Nurcan'ın
ne kadar ödediğini görmemiştim çünkü. "Hanımefendi bu çok
değil mi? Biz gecelemeyeceğiz, sadece 1-2 saat istirahat edip, duşumuzu
alıp, yola devam edeceğiz!" dedim. Kız da müdürüne telefon
açtı sordu. Sonra da, "Eğer saat 12:00'den önce çıkış
yaparsanız, yarı yarıya indirim yapabilirmişiz!" dedi. "Tamam!"
dedim ve faturayı indirimli ödedim. Bellboy bizi odaya kadar götürdü,
kapıyı açtı, anahtarı verdi. Biraz
bahşiş verdim. İçeri girdik, kapıyı kilitledim...
[Harun]
Köyümüzün Amcıkları
Tüm Bölümleri
|