Köyümüzün Amcıkları, İzmirin Amcıkları... (13) (Harun 22 Y., İzmir)
Akşama
doğru Kuşadası'na girdiğimizde, Zeynepten
nişanlısının adresini istedim.
Nişanlısının Kuşadası'nda otel sahibi
olduğunu biliyordum, bir de adamın yaşlı olduğunu
duymuştum, başka da bir bilgim yoktu. Zeynep
Kuşadası'nı ilk defa görecekmiş. Nişanı köyde
yapmışlardı, ondan sonra adam bir iki sefer daha köye
gelmiş, köyde görüşmüşler, hepsi bu. Zeynep çantasından
nişanlısının kartvizitini çıkarıp verdi.
Kartviziti görünce gülmeden edemedim. Adam isminin altına 3 dilde 'Otel
Sahibi ve Otel Müdürü' diye yazdırmıştı.
Anlaşılan hava atmayı çok seven bir tip idi.
Epey bir aramadan
sonra otelin önüne geldik. Kartvizitte 3 yıldızlı otel diye
yazıyordu. Ama otelden daha çok, büyükçe bir Pansiyona benziyordu oysa.
Zeyneple Mürüvet arabada beklerken, ben girdim otele, resepsiyondaki
çocuğa otelin sahibi Muharrem beyi görmek istediğimi söyledim. Çocuk,
"Buyrun, ben götüreyim yanına!" dedi. Çocuk önde, ben arkada,
otelin içinden geçerek bahçeye çıktık. Binanın ön
kısmından beklenmeyecek kadar büyük bir arka bahçesi vardı
otelin. 9-10 kadar masada, hepsi de yabancı olan turistler, birşeyler
içerek (muhtemelen) akşam yemeği saatini bekliyorlardı.
Resepsiyoncu çocuk beni, 2 tane orta yaşlı turist kadınla Rakı
içen, babam yaşındaki bir adamın masasına götürdü ve
"Muharrem abi, bu abi seni görmek istiyor!" dedi ve geri resepsiyona
döndü.
Muharrem elindeki
duble Rakıyı fondip yapıp, masadaki kadınlardan, yarı
İngilizce yarı Almanca olarak izin isteyerek ayağa kalktı
ve tokalaşmak için elini uzatarak, "Buyur delikanlı?" dedi.
Ayaküstü kısaca kendimi tanıttım ve durumu anlattım.
Muharrem, şaşkınlık mı yoksa sevinç mi olduğunu
anlamadığım bir heyecanla, "Yapma yaa, Zeynep mi geldi?
Hani nerede?" dedi. "Arabada!" dediğimde, koluma girdi ve
arabaya doğru yürüdük. Sanki Rakı içmeye sabahtan
başlamış gibi bir hali vardı.
Muharrem Zeynebin
kapısını açarak, "Ooo, sultanım, hoş geldin, ne
güzel bir sürpriz bu!" deyip, elinden tutarak Zeynebin inmesine
yardımcı oldu. Ben de bu arada arka kapıyı açtım ve
kucağından çocuğu alarak, Mürüvet'in inmesine yardımcı
oldum. Muharrem, Mürüvet'i benim karım sanmıştı herhalde
ki, tokalaşmadan, Japonlar gibi hafif eğilerek, "Hoş
geldiniz yenge hanım!" diyerek selamladı. Sonra içeriye seslendi,
"Oğlum, koş, misafirlerimizin çantalarını al
arabadan!" diye. Resepsiyondaki çocuk koştu geldi hemen,
çantalarımızı taşıdı Lobi'ye. Daha Lobi'deki
koltuklara oturur oturmaz çaylarımız geldi.
Biraz hoş
beşten sonra Muharrem bize Kuşadası'nda kaç gün
kalacağımızı sordu. Ben de
kalmayacağımızı, İzmir'e devam edeceğimizi
söylediğimde, "Yoo valla, öyle hemen göndermem, bir iki gün
kalırsınız burda! Hem, ne işiniz var İzmir'de?"
dedi. Çocuğu doktora götüreceğimizi söylediğimde, "Yav
bırak şimdi İzmir'i, burda doktor yok mu? Yarın ben sizi
bir doktor arkadaşıma götürürüm! Adam taa Amerika'dan geldi, buraya
özel klinik açtı! Çok iyi bir doktor! Öyle olmasa zaten ben turistleri
göndermem ona! Müşterilerimizin hepsi çok memnun! Gevurları bilirsin,
doktor hastane gibi konularda çok hassastırlar! Hem 5 kuruş para da
vermeyiz, dedim ya, arkadaşım olur! Hiç itiraz istemiyorum,
kalıyorsunuz burda!" dedi. Sonra da cevabımızı
beklemeden, resepsiyondaki çocuğu çağırdı,
"Oğlum, Zeynep yengenizin çantasını 213'e, Harun'la
eşinin eşyalarını da 216'ya götürün! Odaları birdaha
gözden geçirin, eksik falan var mı diye!" dedi. Çocuk, "Tamam
Muharrem abi!" deyip, çantaları kaptığı gibi odalara
taşıdı. Anlaşılan, Muharrem de Ramazan çavuş gibi
Emrivaki seven bir adamdı.
Akşam
yemeği saatine kadar Lobi'de oturduk, sohbet ettik. Sonra bahçedeki
masalardan birine geçtik yemek için. Açık büfe olmasına rağmen
yerimizden kalkmadık, istediğimiz herşeyi garsonlar masaya getiriyordu.
Zeyneple Mürüvet meşrubat içerken, Muharrem bize de ufak Rakı
açtırdı. Muharrem'le sohbet ettikçe, onun hakkındaki
önyargım değişiyordu. Adam görmüş geçirmiş, çok içten,
sevecen, samimi ve babacan biriydi. Ama hislerim, aynı zamanda çok ta
çapkın olduğunu söylüyordu. Bizlere çaktırmamaya
çalışarak, o iki turist kadına sikecekmiş gibi
bakıyordu. Belki de bizim bu sürpiz gelişimiz, onun bu turist
kadınları sikme planını bozmuştu.
Yemekte Mürüvet'in
çocuğu rahat vermedi bir türlü, kadıncağız doğru
düzgün yemeğini dahi yiyemedi. Mürüvet
sıkıntılıydı, anlamıştım, çocucuğu
emzirmek istiyordu. Ben de, "Hayatım, yol yorgunusunuz, yatıp
uyumak isterseniz, odaya çıkın! Ben Muharrem abiyle biraz daha sohbet
edeceğim!" dedim. Mürüvet, "İyi olur!" deyip, Zeyneple
birlikte kalktılar. Muharrem garsonlardan birini çağırıp,
odaları göstermesini istedi. Muharrem Zeyneple sabah görüşmek üzere
vedalaşırken, Mürüvet de bana, "Geç gelme aşkım,
biliyorsun sensiz uyuyamıyorum!" diyerek göz kırptı. Muharrem
de, "Yenge odaya girince kapıyı içerden anahtarsız kilitleyebilirsin!
Bizim eleman anahtarı Harun'a geri getirsin!" dedi. "Tamam!"
deyip, odalara gittiler.
Biz sohbet ederken, eleman anahtarı getirip verdi bana. Muharrem'in Zeynep hakkında hiç konuşmadığı
dikkatimi çekmişti. Ben Zeynep konusunu açtıkça, Muharrem bir
şekilde konuyu değiştiriyordu. Olay nedir birtürlü çözememiştim. Biraz daha oturduktan sonra,
"Yaa Haruncuğum, sen okumuş adamsın... Bilirsin bu
işleri, otel sahibi olarak benim bazen müşterilerle ilgilenmem, sohbet
etmem gerekiyor... Siz geldiğinizde iki tane Alman müşteriyle sohbet
ediyordum... Siz gelince kadınları sap gibi bıraktım,
ayıp oldu... Yabancı dil biliyorsan, gel istersen masalarına
geçelim, biraz ilgi gösterelim şunlara!" dedi. "Tamam abi,
ayıpsın!" dedim ve kalktık, kadınların
masalarına geçtik. Muharrem (İngilizce Almanca
karışımı Tarzanca bir dille), beni
tanıştırdı kadınlara. Ben akıcı bir
Almancayla sohbet etmeye başladığımda, Muharrem gibi
kadınlar da çok şaşırdılar.
Rakı
eşliğinde, güle eğlene sohbetimiz sürüyordu.
Kadınların Türkiye'ye kendilerini siktirmeye geldiklerini taa ilk
gördüğümde anlamıştım. Genelde Almanya standartlarına
göre vasat sayılacak tipteki kadınlar, Türkiye'ye geldiklerinde
Mankenmişler gibi ilgi görüyorlardı. Garsonu, barmeni, taksicisi,
dolmuşcusu, rehberi, transfermeni, hanutçusu, halıcısı,
dericisi, kuyumcusu vesaire bir sürü abaza erkek, Tavuk boku gibi yapışarak,
bu tip kadınların götlerini kaldırıyordu. Onlar da bu
aşırı ilgiden dolayı kendilerini dünya güzeli
sanıyordu. Ama 'Bizimkilerin' Türkiye'ye ilk gelişleriymiş bu. Daha
bugün gelmişler ve henüz çarşıya pazara
çıkmamışlar. Muharrem de bunu öğrenince, takmış
kancayı karılara.
Rakının
da etkisiyle karılar bize resmen sarkmaya başladılar. Muharrem,
"Hadi kalkın, Disco'ya gidiyoruz!" dedi. Muharrem
sarışın olanı (Manuela'yı) sikmeyi kafaya
koymuştu, zaten Manuela da ona sarkıyordu. Bana da Sabine
kalmıştı. Karılarla çıktık otelden, yürüyerek
gittik, Disco fazla uzakta değildi. Muharrem Disco'nun sahibini
tanıyormuş, özel köşe masaya aldılar bizi. Masayı
donattılar, masada bir tek 'Kuş sütü' eksikti. İçkiler su gibi
akıyordu. Müziğin gürültüsünden rahat rahat sohbet edilmiyordu, ama
bu kimsenin umurunda değildi. Sonra bizimkiler dansa kalktılar. İki
kadın masanın önünde bize şov yapar gibi sexy sexy dans ederken,
Muharrem kulağıma yanaştı ve "Haruncuğum sen
delikanlı adamsın, halden anlarsın... Zeynebin
kulağına gitmesin, ama Manuela bana asılıyor... Diyorum ki,
sen de Sabine'yi al, bunlara bu gece Türk misafirperverliğini yatakta da gösterelim! Ne dersin?" dedi. "Bana uyar abi!" deyince, elini dizime koyup, "Koçum benim!" dedi.
Disco'da bir iki
saat falan kaldık, içtik, eğlendik, sonra kalktık. Bize hesap gelmemesi
dikkatimi çekmişti. Ayrıca Disco'nun sahibi bizi bizzat kendisi kapıya
kadar uğurladı. Karılarla sarmaş dolaş otele döndük.
Muharrem resepsiyonun arkasına geçti ve çekmeceden bir anahtar çıkardı,
sonra arkadaki Panoda asılı duran anahtarlardan bir anahtar daha alıp,
bana verdi. Dördümüz giriş kattaki odaların olduğu koridora
geçtik. Tahmin ettiğim gibi çekmeceden aldığı anahtar kendi
odasınındı, odanın kapısında 'Privat' yazıyordu.
Bana verdiği anahtar da hemen yanındaki odanındı. Muharrem
Manuela ile kendi odasına girdi, ben de Sabine ile diğer odaya
girdim. Kapıyı kapatınca biraz öpüştük. Sonra Sabine,
"Ben çok terledim, önce bir duş almak istiyorum!" deyip
soyunmaya başladı. Karı kafayı bulmuş, soyunurken
dengede zor duruyordu. Çırılçıplak kalıp banyoya girerken,
benim yatağa oturduğumu görünce, "Sen duş
almayacak mısın?" diye sordu. Aslında niyetim yoktu, ama,
"Geliyorum!" deyip, ben de soyundum ve banyoya girdim. Birlikte yıkandık,
kurulandık, çıktık.
Direkt yatağa
uzanıp, öpüşmeye ve sevişmeye başladık. Herhalde
Sabine Türkiye'ye gelmeden önce, Türk'lerin kıllı kadınlardan
hoşlanmadığını biryerden duymuş
olmalıydı ki, amının götünün kıllarını
kesmişti. Gerçi benim için farketmiyordu, amının kıllı
veya kılsız oluşu. Temiz olması yeterliydi. Sabine daha ilk
dakikalardan insiyatifi ele almış, beni sırtüstü
yatırıp, kudurmuş gibi sakso çekmeye
başlamıştı. Ona, "69 yapalım!"
dediğimde, oldukça şaşırmıştı,
"Türk'ler am yalamaz diye duymuştum?" dedi. Ben de gülümseyerek,
"Her duyduğuna inanma!" dedim. Üstüme ters çıktı ve 69
olduk. 5-10 dakika 69'dan sonra pozisyon değiştirdim. Sabine'yi
domaltıp, arkasına yanaştım.
Götünün
yanaklarını ayırdığımda, amının da,
götünün de yüzlerce kez sikildiği hemen belli oluyordu. Amına kolumu
soksam girerdi, göt deliği de nerdeyse Rakı bardağının
ağzı kadar açıktı. Yarağımı önce amına
soktum, fakat çok bol olduğu için fazla zevk almadım. Amını
birkaç dakika siktikten sonra, amından çıkarıp götüne soktum. Yok,
bu karının amını da siksem, götünü de siksem, ben bu
sikişten zevk alamayacağımı anlamıştım. O
anda, keşke karıların ikisini de Muharrem'e bırakıp,
ben direkt Mürüvet'in yanına gitseydim diye düşündüm. Ama şimdi
çekip gitmek olmazdı. Hem Sabine'ye, hem de Muharrem'e ayıp olurdu.
Onun için yumdum
gözlerimi ve sanki Mürüvet'in hiç sikilmemiş götünü sikiyormuşumcasına
pompalamaya başladım. 5-10 dakika karının götüne gidip
geldikten sonra durdum ve "Sen hangi pozisyonu seviyorsun?" diye
sordum. Sabine de, "Ben üstte olmayı seviyorum!" dedi.
"OK!" deyip götünden çıktım ve sırtüstü yattım.
Sabine de önce yarağımı yalayıp, üstüme çıktı ve
amına yerleştirip, ata biner gibi hoplamaya başladı. Ben
yine zevk almıyordum bu sikişten, amı gerçekten çok bol idi,
karı saatlerce zıplasa dahi, anladım ki ben
boşalamayacaktım. Karı kafasına göre, bir
hızlanıyor, bir yavaşlıyor, öne eğiliyor
dudaklarımı öpüyor, sonra doğrulup zıplamaya devam ediyor,
tekrar yavaşlıyor, tekrar hızlanıyordu. 10-15 dakika sonunda
karı inleyerek orgazm oldu. Üzerimden indiğinde terden
sırılsıklamdı. Ben sırtüstü yatmaktan başka
birşey yapmamıştım, bütün işi o
yapmıştı. Kendin pişir, kendin ye! gibi birşey olmuştu.
Sabine biraz
dinlenip kendine geldiğinde, "Sen neden boşalmadın?"
diye sordu. Zevk almadığımı söyleyemezdim, onun için,
"Ben içki içtiğimde kolay kolay boşalamam!" diye yalan
söyledim. Sabine bu verdiğim cevabı yedi mi bilmiyorum, ama aşağı
kaydı, sakso çekmeye başladı yeniden. Beni sikişerek boşaltamadığı
için üzülmüş gibiydi.
O sırada
kapı tıklandı ve "Sabine?" diye soran Manuela'nın
sesi duyuldu. Sabine de, "Gelsene!" diye seslendi. Manuela yüzünde
hayal kırıklığına uğradığı belli
olan bir ifadeyle girdi içeri, kapıyı kapadı. Sabine ne
olduğunu sorduğunda, Manuela, "Ben duş alıp
çıktığımda, benimki çoktan sızmıştı.
Çok uğraştım uyandırmaya, ama yok, adam horlaya horlaya
uyumaya devam etti! Yani bir bok olmadı!" dedi. Yanımıza geldi,
yatağın kenarına oturdu. Bu arada gözleri benim kazık gibi
yarağımdaydı. Sabine de gülerek, "Hadi yaa? Bende de tam
tersi oldu! Bir türlü boşaltamadım, yardım etsene!" dedi.
Manuela'nın yüzünde anında bir tebessüm belirdi ve hemen soyundu.
Uyanık Muharrem karının düzgününü kendi kapmıştı,
ama sikememişti o ayrı. Manuela da Sabine gibi orta yaşta
olmasına rağmen, genç kızlarınki gibi bir vücudu vardı.
En ufacık sarkma, pörsüme ve selülit belirtisi yoktu. İşte bu hoşuma
gitmişti.
Manuela yarağımı
Sabine'nin elinden alıp, açlıktan çıkmış gibi
yaladı önce. Sonra üstüme çıktı, yarağımı
amına yerleştirip, oturup kalkmaya başladı. Evet,
şimdi ben de zevk alıyordum işte. Ben de alttan vurduruyordum, o
üstümde zıplarken. 5-10 dakika sonra Manuela inleyerek hareketlerini
hızlandırdı, orgazm olmak üzereydi. Orgazm olmadan indirdim
üstümden, yatağa domalttım. Arkadan amına geçirdim ve sikmeye öyle
devam ettim. Başparmağımı götünün deliğine sokup,
amına hızlı hızlı pompalıyordum. Çok geçmeden
Manuela ıhılaya ıhılaya orgazm oldu ve kendini öne attı.
Benim de boşalmama az kalmıştı. Manuela'yı yüzüstü
yapıştırdım yatağa ve ağırlığımı
vermeden üzerine uzandım. Ensesini öperek, "Götünü sikmek
istiyorum!" dediğimde, "Sik ozaman!" dedi.
Yastığı
göbeğinin altına koyup götünü yükselttim ve yarağımı bolca
tükürükleyip, geçirdim götüne. Götü oldukça dardı, ama hiç sesi
çıkmadı. Ve şinav çeker gibi sikmeye başladım götünü. O
sırada Manuela elini uzatıp, Sabine'nin elini sımsıkı tuttu.
Sabine'yle göz göze geldiğimizde, "İlk kez siktiriyor
götten!" dedi. Demek ki Manuela'nın canı yanıyordu. Oysa
ben götüne ilk girdiğimde hiç sesi çıkmadığı için alışkın
diye düşünmüştüm. Ama bu andan sonra yavaşlayacak değildim,
aynı tempoda pompalamaya devam ettim ve sonunda götünün içine
boşaldım. Acaip rahatlamıştım. Boşalmam bitince yavaşça
yarağımı götünden çıkarıp, kalktım üstünden. Manuela
da Sabine'nin elini tutmayı bıraktı, ama ölü gibi yatmaya devam
etti.
Sabine ise, halen
kazık gibi duran yarağıma bakıyordu. Sabine'ye göz
kırptığımda, gülümseyerek yanaştı,
yarağımı ağzına aldı ve yalayarak temizledi. Yarağım
inmeye başlayana kadar da yalamaya devam etti. Bu arada da, iki
parmağını birleştirmiş, kendi amını parmaklıyordu.
Demek ki yeniden azmıştı ve orgazm olmak istiyordu. Ona bir
kıyak yapmak istedim. Sırtüstü yatırıp
bacaklarını ayırdım ve dört parmağımı
birleştirip, amına sokup çıkarmaya başladım. Sabine
doğrularak bileğimi tuttu ve elimin amına girip çıkma
hızını kendi ayarladı. Derken, "Uff, uff, ufff!"
demeye başladı. Orgazm olmak üzereydi. Son bir hamleyle bileğimi
asılarak, tüm elimin amına girmesini sağladı ve bağırmamaya
özen göstererek orgazm oldu.
Amı
kasılırken, elim halen amının içinde duruyordu. Amı
lastik eldiven gibi sarmıştı elimi ve bileğimi. Sabine sakinleştiğinde,
yine bileğimden tutarak, yavaş yavaş çıkardı elimi
amından. Ve kendini sırtüstü attı yatağa. Elim ve bileğim
amının sularından dolayı vıcık vıcık
olmuştu. Sabine'ye, "Sizi bilmem, ama ben duş alıp odama
gideceğim!" dedim. O da, "Hiç halimiz yok, biz bu gece burda
yatsak sorun olur mu acaba?" diye sordu. "Sorun
olacağını sanmıyorum, yatabilirsiniz!" dedim, banyoya
girdim.
Duşumu
alıp çıktığımda, saat 03:15 olmuştu ve ikisi de
uyuyordu. Sessizce giyindim ve odadan çıktım. Odama, daha
doğrusu Mürüvet'le benim odamıza gittim...
[Harun]
Köyümüzün Amcıkları
Tüm Bölümleri
|