Köyümüzün Amcıkları, İzmirin Amcıkları... (15) (Harun 22 Y., İzmir)
Muharrem
Şermin'in omzuna dokunarak, "Şermin, kızım, çıkar
şu kulağındaki zımbırtıyı! Bak
misafirlerimiz var, kalk, hoşgeldin de!" deyince, Şermin
kafasını çevirip babasına baktı önce. Sonra da bize
baktı. Yüzünde (Bunlar da kim?) diyen bir ifade vardı.
Kulaklığını çıkarıp, dizlerinin üzerinde
domalarak kalktı şezlongdan. Kızın vücudunun her
kıvrımından seks fışkırıyordu. O birkaç saniyelik
domalmada, amcığı Bursa Şeftalisi gibi şişirmişti
bikinisinin arkasını. Ayağa kalkınca, bizim Türk kızlarında
nadir görünen 1.80'den uzun boyu ile, eğilip babasının
yanağını öptü. Muharrem bizi tanıştırırken,
Zeynebi nişanlısı, Mürüvet'i de benim karım olarak
tanıştırdı. Demek ki Şermin'le Zeynep ilk defa görüşüyorlardı.
Şermin,
"Selam, ben Şermin, hoşgeldiniz!" diye hepimizle tek tek
tokalaştı. O anda Mürüvet'le Zeynepte Şermin'e karşı
içten içe bir kıskançlık oluştuğunu sezdim. Şermin'in
boyu ikisinden de uzundu ve kelimenin her iki anlamıyla da bizimkilere
yüksekten bakıyordu. Şermin benimle tokalaşırken,
bikinisinden taşan göğüslerini burnumua sokarcasına
yaklaşmıştı bana. Eğer Şermin'le burda
tanışmamış olsaydık da, ne bileyim, onu sokakta veya
bir Cafe'de falan görmüş olsaydım, (Bu kız çok fazla, bana pas
vermez asla!) diye düşünürdüm. Şimdi ise, (Bu kızı
nasıl sikebilirim?) düşüncesi geçiyordu kafamdan. Ama Şermin'in
kollarını görünce bu düşüncemi yeniden değerlendirmeye
karar verdim. Şermin'in kollarında, aynı Psikopatlarınki
gibi Jilet izleri vardı.
Zümrüt'ün
getirdiği soğuk meyve sularımızı havuz
başındaki Pergolanın altında içerken, Muharrem,
kahyayı yanımıza çağırdı ve "Remzi efendi,
oteli başıboş bırakmaya gelmez, şimdi ben yokum diye
elemanlar çalışmaz! Üzerini değiştirip otele gidiyorsun!
Senden çekinirler, bu gece başlarında dur! Sabah kahvaltını
da otelde yapıp gelirsin!" dedi. Remzi de, "Tamam, Muharrem
bey!" deyip gitti. Remzi efendi ezik birine benziyordu. Bir ara Zümrüt
Muharrem'e kaş göz edip, "Muharrem bey, akşam yemeğini
burda yiyecekseniz hazırlık yapmam lazım..." dedi. Muharrem
de ayağa kalkıp, "Tabii tabii, burda yeriz. Izgara yapalım,
yeterli malzeme var mı? Gel bakayım sen benimle mutfağa!"
dedi. Bize de, "Ben geliyorum birazdan, siz havuza girin, suyun
tadını çıkarın!" dedi ve birlikte mutfağa
gittiler.
Mürüvet'le
Zeynebin bikinileri altlarındaydı, onlar utana sıkıla
elbiselerini çıkarırlarken, ben de mayomu banyoda giymek için eve
gittim. Koridora girip banyoyu ararken gözüm mutfağa kaydı. Muharrem
Zümrüt'ün sırtını tezgaha dayamış, elini
kadının tişörtünün içine sokmuş göğüslerini
yoğururken, boynunu boğazını öpüyordu. Zümrüt beni
farkedince panikledi ve toparlanmak istedi. Muharrem beni görmemişti, ama
Zümrüt panik yapınca, o da telaşla toparlandı ve Zümrüt'ün
baktığı yere, yani koridora baktı. Muharrem benim
olduğumu görünce rahatladı ve "Sen miydin
Haruncuğum..." dedi. Sonra da, üstünü başını düzelten
Zümrüt'e, "Sorun yok, Harun yabancı değil!" dedi. Zümrüt de
rahatlamıştı, ama yine de başını öne eğerek,
hızlı adımlarla mutfaktan çıktı.
"Muharrem abi
kusura bakma rahatsız ettim! Mayomu giymek için banyoyu
arıyordum!" dedim. Muharrem, "Yok canım ne
rahatsızlığı... Senden saklayacak değilim, arada
sırada kayıyorum buna... Bildiğin gibi değil, çok
azgın, çookk... Mahvediyor beni orospu! Ee, yaşlandım artık,
hakkından gelemiyorum... Aslında tam senlik, sen gelirsin bu zillinin
hakkından! He valla, dur sen, ayarlayım da kocası gelmeden
ateşini söndür orospunun! Tamam mı?" dedi. "Tamam
abi!" dedim. "Koçum benim! Gel banyonun yerini göstereyim!"
diyerek koluma girdi, banyoya yürüdük.
Muharrem banyonun
kapısında beklerken ben mayomu giydim. Sonra birlikte havuz
başına gittik. Mürüvet'le Zeynep havuza girmişler, fakat yüzme
bilmediklerinden havuzun kenarına tutunarak öylece duruyorlardı suyun
içinde. Havuzun ortalarına herhalde derin diye gitmeye cesaret
edemiyorlardı. Şermin ise halen Pergolanın altında oturuyor
ve meyve suyunu içiyordu. Beni mayolu görünce, alıcı gözle tepeden
tırnağa süzdü.
Muharrem, "Ben
Zümrüt'e birşey demeyi unuttum!" diyerek, Zümrüt'ün de gittiğini
tahmin ettiğim müştemilata doğru gitti. Ben de direkt
balıklama atladım havuza. Ara vermeden havuzu boydan boya 6-7 kere
yüzdüm. Sonra yüzerek bizimkilerin yanına gittim, onlarla biraz sohbet
ettim. Elimle göğüs hızamı gösterip, "Su fazla derin
değil, bakın burama geliyor, korkmayın
boğulmazsınız, biraz yüzmeyi deneyin!" dedim. Biraz daha
yüzerek çıktım havuzdan. Şermin'in yanına oturdum, bir
sigara yaktım.
Şermin'in
bakışları şimdi sular damlayan ıslak vücudumu
inceliyordu. Bir sigara da o yaktı kendi paketinden. Derin bir fırt
çekip üfledikten sonra, gülerek, "Nasıl oluyor, sen çok güzel
yüzüyorsun, ama karın yüzme bilmiyor?" dedi. O anda aklıma ne
estiyse artık, Şermin'e, "Sır saklamayı
bilir misin?" diye sordum. Şermin aniden ciddileşerek,
"Hı hı! Benden sır çıkmaz, anlat hadi!" deyip
bana doğru eğildi. Kulağına eğilip, "Mürüvet
benim karım değil!" dediğimde çok şaşırdı,
"Haa?" deyip geriye yaslandı. Sonra da, "Ama babam niye
karın diye tanıştırdı ozaman? Peki ya çocuk? Çocuk senin
mi?" dedi. "Hayır, çocuk ta benim değil! Sonra uygun bir
zamanda, seninle başbaşa kalırsak anlatırım herşeyi!
Şimdi sen bana kendini biraz anlat da, Şermin kimdir, nasıl bir
kızdır tanıyayım!" dedim.
Şermin
dudağını büküp omuzlarını silkeleyerek, "Bilmem
ki, ne anlatayım?" dedi. "Kendinden bahset, dinlediğin
müzikten bahset, hobilerinden bahset, ailenden bahset, okul hayatından
bahset, ne bileyim... aşk hayatından bahset, sevgililerinden
bahset..." dediğimde, Şermin sanki yıllardır biriyle konuşmaya
hasretmiş gibi anlatmaya başladı. Ben de dikkatle dinliyordum.
Kız anlattıkça, kafamdaki birçok soru işaretine de cevap
bulabildim. Mesela Şermin'in neden böyle uzun boylu olduğunu,
annesiyle babasının neden boşandıklarını, babasının
bu bok gibi servetinin nereden geldiğini falan hep öğrendim...
Kolundaki Jilet izlerini
sordum. Tam anlatacakken, babasının yanımıza gelmesiyle
Şermin anlatmaktan vaz geçti. Muharrem de mayo giymişti, havuza
girecekti, ama elinde arabasının anahtarı vardı. Anahtarı
uzatarak, "Haruncuğum, akşama ızgara yapacağız,
ama evde yeterli malzeme yokmuş... Biliyorum misafire iş yaptırmak
olmaz, ama Zümrüt'le gidip alıp gelseniz? Ha koçum?" deyip,
göz kırptı. "Tamam abi!" dedim, anahtarı aldım,
kalktım, üzerimi giyinmeye eve gittim.
Zümrüt koridorda
beni bekliyordu. Ben banyoya girip, mayomun üzerine şortumu geçirdim,
üstüme de tişörtümü giyip, Zümrüt'e, "Tamam, gidebiliriz! Nerden
alacağız malzemeleri?" diye sordum. Zümrüt güldü, "Hadi gel,
ben sana tarif ederim!" dedi. Bindik arabaya, çıktık çiftlikten,
Zümrüt'ün tarif ettiği yere doğru sürdüm arabayı. Ama
çiftliğin arazisinin duvarlarına paralel olarak, dışardaki toprak
yolda ilerliyorduk sadece. Çiftliğin arazisinin sonuna
yaklaştığımızda, "Tamam, burda dur!" dedi.
Durdum, kontağı kapattım, etrafa baktım... Çiftliğin arazisine
girilen küçük demir bir kapıdan başka birşey yoktu.
İndik
arabadan, Zümrüt o küçük kapıyı açtı ve çiftliğin arazisine
girdik. 10-15 metre yürüdük ağaçların arasından, Taştan,
tek odalı, depo gibi küçük bir kulübeye geldik. Burası arazinin en
sonunda ve ağaçların arasında olduğu için, asıl evin
olduğu yerden bakınca görünmüyordu. Zümrüt kulübenin
kapısını açtığında, içerde tek kişilik eski bir
yatak, tahta bir dolap, tahta bir sandayleyle masa, duvar kenarında içi su
dolu birkaç plastik bidon ve duvara dayalı birkaç tane kazma, kürek, bel,
tırmık, keser, testere falan vardı.
Zümrüt elimden tutup,
"Gel hadi!" diyerek içeri çekti beni. Girip kapıyı
kapatınca, hemen dudaklarıma yapıştı. Ve öpüşmeye
başladık. Muharrem'in dediği gibi, Zümrüt çok azgın bir
şeydi. Ne zaman soyunduk, ne zaman çırılçıplak kaldık
anlayamadım bile. İkimiz de yatağa devrilmiş, çılgınlar
gibi sevişiyorduk. Zümrüt beni sırtüstü yatırıp, boynumdan
boğazımdan öperek, göbeğime, ordan da kazık gibi olmuş
yarağıma indi. Sanki elinden alacaklarmış gibi yarağımı
yalamaya, emmeye başladı. Okadar da güzel yapıyordu ki bu işi,
fazla dayanamayacağımı anladım, "Dur! Geliyorum!"
demek zorunda kaldım. Ama Zümrüt dediğime aldırış
etmeden, emmeye devam etti. Ben böğürerek ağzına
boşaldığımda da, yarağımı ağzından
çıkarmadı, döllerimi midesine indirip, yalamaya devam etti.
Sonra
yarağımı ağzından çıkarıp, diliyle
dudaklarının kenarına bulaşmış döllerimi yaladı.
Boşalmama rağmen yarağım kazık gibiydi halen.
Taşaklarımı avuçlamıştı, gözlerime gülümseyerek bakıp,
"Mmmhhhh!" dedikten sonra yana kaydı ve domaldı,
"Hadi, fazla geç kalmayalım!" dedi. O pozisyonda arkaya
çıkmış kılsız amcığını görünce,
dayanamadım yumuldum. Yalamadan sikmek istemiyordum Zümrüt'ün
amcığını.
Amı zaten vıcık
vıcıktı, ben de yalayınca iyice sulandı. Yoklamak
amacıyla göt deliğine dilimi değidirdiğimde, Zümrüt, "Bırak
şimdi orayı da, amımı sik! Hadi, geç kalmayalım!"
dedi. Yarağımı elime alıp, amının
şişkin dudakları arasından kaydırarak amına
kökleyince, Zümrüt'ten bir, "Ohhhhh!" sesi yükseldi. Amı sanki
hiç sikilmemiş gibi dardı. Pompalamaya
başladığımda dayanamadım sordum, "Kocan hiç mi
sikmiyor seni?" diye. "Boşver o Hödüğü, sen sikmene bak!"
dedi. Ben de gittikçe artırdığım tempoda sikmeye devam ettim.
Zümrüt orgazm çığlıkları atmaya başladı. Bende ise,
demin ağzına boşaldığım için, henüz boşalma
belirtisi yoktu. Zümrüt orgazm olduktan sonra da pompalamaya devam ettim. Bir
süre sonra Zümrüt ter su içinde ikinciye orgazm olup, "Sen gelmiyor musun
daha? Hadi sen de boşal artık!" dedi.
"Yok
hayır, daha gelmiyorum! Ama götten sikersem çabuk
boşalırım!" dedim. "İyi, ordan yap ohalde!"
dedi. Yarağımı amından çıkarıp, götüne
dayadım. Zümrüt daha önce götten de siktirmiş olmalıydı.
Fazla zorlanmadan girdim götüne. Ve 4-5 dakika hızlı hızlı
pompalayarak boşaldım götünün içine. Yarağımı götünden
çıkarmadan, 66 pozisyonunda devrildik yatağa. Götünden
aldığım zevki mümkün olduğunca uzatmak istiyordum. Yarağım
götünden kendiliğinden çıkana kadar sohbet ettik.
"Muharrem nasıl,
iyi sikiyor mu bari?" dedim. "Amaan, Muharrem'in siktiğinden ne
olacak ki, ahı gitmiş, vahı kalmış adamın! Ben
hadi patronumuz diye, iyi siktiğini söyleyip idare ediyorum onu da, Zeynep
midir nedir nişanlısının adı, ben o kızcağıza
üzülüyorum! Sanki sikebilecekmiş gibi, kızı yaşında
biriyle evlenecek kart horoz! Evlendikten sonra Zeynep Muharrem'e boynuz
takarsa hiç şaşmam! Sen Muharrem'in öyle hava attığına
bakma, çapkınlık onun sadece dilinde... Sikmeye geldi mi beceremiyor! Ne demişler, Horoz
ölür, gözü çöplükte kalır!" dedi.
Kalktık, bidonları
alıp, ben ayakta sikimi yıkadım, Zümrüt de taharet alır
gibi yere çöküp, amını götünü yıkadı. Sonra külodunu verdi
bana, sikimi kurulamam için. Ben de mayomu, şortumu ve tişörtümü giyerken,
kendisi de amını götünü kuruladı aynı külotla. Külodunu
giymeden şalvarını giydi, ıslak külodunu cebine koydu,
sütyenini ve tişörtünü giyip, tülbentini bağladı
başına. Etrafı bulduğumuz gibi düzeltip, çıktık,
kapıları kapattık. Atladık arabaya, kasabın yolunu
tuttuk. Kasaptan etleri alıp eve dönerken Zümrüt, "Benden söylemesi
Harun, karını başıboş bırakma, Muharrem karına
da sarkabilir!" dedi. Zümrüt de Mürüvet'i karım sanıyordu. "Uyardığın
için sağol!" dedim.
Eve
vardığımızda, Zümrüt etleri mutfağa götürürken, ben de
üstümdekileri çıkarıp, mayomla havuz başına gittim. Mürüvet
haricinde herkes havuzdaydı. Zeynep şimdi havuzun ortalarına
kadar gitmişti. Yanında Muharrem vardı. Zeynep yüzme bilmese de,
yüzüyormuş gibi hareketler yapıyordu. Şermin ise havuzu boydan
boya yüzüyordu. Muharrem beni görünce, "Gel gel, atla suya hemen! Aldınız
mı etleri?" dedi. Muharrem bu soruyla Zümrüt'ü sikip sikmediğimi
öğrenmek istiyordu. Gülerek, "Aldık, aldık!" dedim ve balıklama
atladım havuza. Yüzerek yanlarına gidip, Mürüvet'i sorduğumda, Zeynep,
"Sen gelmeden 2 dakika önce çocuğu emzirmeye gitti!" dedi. Biz
konuşurken Şermin de yüzerek yanımıza geldi, havuzun ortasında
hep birlikte, sohbet etmeye başladık.
Daha sonra Şermin,
"At'a binmeyi biliyorsanız, hadi size çiftliği gezdireyim!"
dedi. Zeynep hemen, "Yok, ben çok korkarım! Çocukken babam bir
kere bindirmişti, onda da düşmüştüm!" dedi. Şermin bu
sefer bana teklif etti, "Ozaman sen gel! Yoksa sen de mi
korkuyorsun?" dedi. "Yok ben korkmuyorum da, At'a binmesini
bilmiyorum!" dedim. Şermin, "Olmazsa benim At'a birlikte
bineriz! Hadi gel!" dedi. Muharrem de, "Tabii tabii, gidin gezin çiftliği!"
deyip kafasıyla Zeynebi işaret edercesine bir hareket yaptı. Anlamıştım,
Muharrem Zeyneple başbaşa kalmak istiyordu. "Tamam!" dedim
ve Şermin'le çıktık havuzdan. Havluyla kurulanıp, mayo ve
bikiniyle ahıra gittik.
Ahırda,
Safkan olduğunu öğrendiğim 4 tane At vardı. Şermin, Kahverengi
bir At'a yular taktı. Atın sırtına da eyer koymadan sadece battaniye
gibi bir örtü serdi, "Eyerlersem ikimiz rahat oturamayız!"
diyerek. Güzel bir hayvandı, alnında ve ayaklarında Beyaz
lekeleri vardı. Şermin'in gözdesiymiş bu At. Hazır olunca
da, "Şimdilik sen arkama bin. Dönüşte ben senin arkana binerim,
sen sürersin!" dedi. "Tamam!" dedim. Şermin'in At'a
binerkenki hareketi çıldırtıcı derecede sexy idi. Eski tabure
gibi birşeyin üstüne basarak çıkmıştı. O bindikten
sonra da ben bindim, arkasına. "Bana sarıl, ya değilse
düşersin!" dedi. "Tamam!" dedim ve iki elimi de öne atarak,
göbeğinin üstünde birleştirdim ve sarıldım. Sarılınca,
yarağım da ister istemez tam götüne dayanmıştı. At'ı
aheste aheste sürerek ahırdan çıkardı Şermin. Sonra, hafif bir
tempoda gidecek şekilde hızlandırdı hayvanı...
[Harun]
Köyümüzün Amcıkları
Tüm Bölümleri
|