Köyümüzün Amcıkları, İzmirin Amcıkları... (28) (Harun 22 Y., İzmir)
Sabah
uyandığımda Meltem hanım gitmişti. Beni
uyandırmadan gitmesine üzülmüştüm. Daha doğrusu Meltem
hanımla sabah sikişi yapamadığıma üzülmüştüm.
Salonu toparlamıştı, yarım Rakı şişesini
dolaba koymuş, bardakları yıkayıp
kaldırmıştı. Yine de salon Rakı kokuyordu. Salonun
penceresini açtım, havalansın biraz diye. Sonra da banyoya girip
güzel bir duş aldım.
Havluyu belime
dolayıp banyodan çıktığımda, mutfaktan sahanda yumurta
kokusu geliyordu. Hemen bir boxer ve tişört giyip, heyecanla mutfağa
gittim. Evde tabii yiyecek birşey olmadığı
için, beni uyandırmadan markete gitmiş, alışveriş
yapmış. Ben duş alırken de gelmiş, kahvaltı
hazırlıyordu. Onu korkutmamak için, "Günaydın
aşkım, nefis kokuyor!" diye seslendim. Meltem hanım kafasını
çevirip gülümseyerek, "Günaydın aşkım!" dedi ve pişirdiği
yumurtayla ilgilenmeye devam etti. Arkasından sarıldım, boynuna
ensesine öpücükler kondurdum. O anda Meltem hanımı sikmek için içimde
dayanılmaz bir arzu vardı. Kalçasına dayanmış
kazık gibi yarağımı hissedince, "Azgın
şey, yumurta yanacak şimdi, geç otur, çayları doldur!"
dedi.
Geçtim oturdum,
çayları doldurdum. Sahanda yumurta pişince de
kahvaltımızı yaptık. Aynı annemin
yaptığı gibi yapmıştı sahanda yumurtayı,
sarılarını bozmadan. Kahvaltı bitince sofrayı o halde
bırakıp, dişlerimizi fırçalamaya banyoya gittik.
Dişlerimizi fırçaladıktan sonra ben yine sarıldım
Meltem hanıma. Yarağım da yine kazık gibi olmuştu.
Eteğini yukarıya toparlayacağımda, "Dur yapma
aşkım, hemen gitmem gerek, dersim var!" diyerek engelledi. Bugün
dersinin olduğunu tamamen unutmuştum. Meltem hanım parfüm
sıkıp, dudaklarına da ruj sürdükten sonra, "Mutfağa
elleme, ortalığı toparlaması ve bulaşıkları
yıkaması için Firdevs'i gönderiyorum şimdi! Açık verme,
kahvaltıya geldiğimi söyleyeceğim ona. Böyle görmesin seni, pantolon
giy! Hadi ben gittim aşkım, İzmir'den döndüğünde
görüşürüz, Byee!" deyip çıktı. Ruju bozulmasın diye
öpmeden gitmişti.
Çabucak pantolonumu
giyip kapıyı açtım, kapının ağzında
Firdevs'i beklemeye başladım. Firdevs 2 dakika sonra, "Meltem
hanımla kahvaltı yapmışsınız?" diyerek
geldi. Söyleyiş tarzında bir kıskançlık
sezinlediğimden, "Ben davet etmedim, kendi geldi!" dedim.
İçeriye girip kapıyı kapatınca, "Benimle ne zaman
kahvaltı yapacaksın aşkım?" diyerek boynuma
sarıldı. Yine geçenki gibi ayak bileklerine kadar uzun bir etek giymişti.
Beyaz gömleği ve kafasındaki Sıkmabaş'ıyla müthiş
tahrik ediciydi. Bu sabah Meltem hanımı sikemediğim için felaket
azmıştım zaten. Yarağım yine kalktı.
"Seninle kahvaltıdan çok daha güzel şeyler yapacağız
aşkım!" deyip Firdevs'in dudaklarına yumuldum.
Ayakta biraz
öpüştükten sonra Firdevs'i sürüklercesine salona götürdüm. Özellikle yatak
odama götürmedim, Meltem hanımla sikiştiğimizi anlayabilirdi.
Çarşafa, yastığa, yorgana Meltem hanımın parfümü
sinmişti. Firdevs'i koltuğa domalttım. Soyunmakla vakit kaybetmek
istemiyordum, Firdevs'in eteğini beline topladım, külodunu
aşağı sıyırdım. Eğilip amını biraz
yaladıktan sonra doğruldum. Pantolonumu ve boxerimi indirip,
yarağımın başını da tükürükle ıslattım
ve Firdevs'in amına daldırdım. Ohhh! İyi gelmişti,
sabah yataktan kalktığımdan beri yarağımın
ihtiyacı olan şey buydu işte!
Firdevs'e
kenetlenip, sıcacık amcığın zevkini biraz
çıkardıktan sonra hızla pompalamaya başladım. Ama
nasıl sikiyorum, kudurmuş gibi pompalıyorum. Birkaç dakika sonra
Firdevs inleyerek orgazm olup amının sularını salınca,
daha bir zevk almaya başladım önümde domaltıp siktiğim
amcıktan. Böyle saatlerce sikebilirdim Firdevs'i. Bir süre sonra Firdevs,
darbelerimin etkisiyle ne dediğini anlamadığım
birşeyler söyleyince pompalamayı bıraktım ve "Ne
diyorsun aşkım?" diye sordum. Firdevs nefes alıp, "Yeter,
dur nolursun, amımın içine Kaktüs sokmuşlar gibi
acıyor!" dedi.
Haydaaa!
Canım sıkılmıştı. "Ağzınla
boşalt ozaman!" dedim. Firdevs, "Tamam!" deyip döndü.
Külodunu çekip, eteğini düzeltti ve oturup yarağımı emmeye
başladı. Çok yavaş yapıyordu, böyle çok fazla zevk
almıyordum. Firdevs'in kafasını iki elimin arasına
alıp, ağzını amcık siker gibi sikmeye
başladım. Yarağım bazen gırtlağına
değiyor ve Firdevs'in gözlerinden bir iki damla yaş geliyordu. Ben
hızlanınca, Firdevs iki eliye bacaklarımı tutup beni
ittirmeye ve kafasını geri çekmeye çalıştı. Ama ben
aldırış etmeden hızla ağzını sikmeye devam
ettim. Firdevs'in gözlerine sürdüğü sürmeler akmış, salyası
sümüğü birbirine karışmıştı. Bazen boğulacak
gibi oluyor, öğürür gibi sesler çıkarıyordu. Bu haliyle ucuz
orospulara benziyordu. Bu da beni müthiş azdırıyordu.
Sonunda
boşalmak üzereydim, Firdevs'in kafasını sıkıca
yarağıma bastırıp, gırtlağına
fışkırttım döllerimi. Firdevs kafasını
çekemediği için döllerimin çoğu direkt midesine gitti.
Ağzının kenarlarından da biraz döl
taşmıştı. Boşalmam bitince yarağımı
çektim ağzından ve elimle çenesini tutarak, "Yut hepsini
aşkım!" dedim. Firdevs burnundan soluyarak yuttu döllerimi. Elimi
çenesinden çektiğimde öksürüp kusacakmış gibi öğürmeye
başladı. Döllerimin bir kısmı çenesinden süzülüyordu.
Birkaç peçete
alıp önce yarağımı temizledim, boxerimi ve pantolonumu
çektim. Sonra Firdevs'in çenesini ve ağzını sildim. Firdevs
biraz kendine gelmişti, ama bana halen kötü kötü bakıyordu. Bana
müthiş kızmıştı. Ağlayacak gibiydi. Gönlünü almam
gerekiyordu, ama dudağından öpmek içimden gelmedi. Yanaklarından
öpüp, "Seni seviyorum aşkım! Çok güzel sikişiyorsun,
erkeğini nasıl memnun edeceğini biliyorsun! Sana doyamıyorum!"
diye pohpohladım, sırtını sıvazladım. Bu sözlerim
hoşuna gitmiş, gözleri parlamıştı.
Dudaklarımı öpmek istediğinde, "Kalk, ağzını
yüzünü yıkayalım önce!" dedim. Kalkmasına
yardımcı oldum ve mutfaktaki lavaboya götürdüm.
Firdevs
ağzını yüzünü yıkayıp kuruladıktan sonra, bunun sırtını
tezgaha dayayıp, dudaklarına yumuldum. Biraz öpüştükten sonra
kızgınlığı tamamen geçmişti. Birazdan İzmir'e
gideceğimi söyledim. Ortalığı toparladık. Firdevs
bulaşıkları yıkadıktan sonra, son bir kez öpüşüp
evden çıktık. Firdevs bilgisayar kursuna girerken, ben de direkt
aşağıya indim. Uçak bu gece yarısına doğru
inecekti, ama erkenden İzmir'e gidip, arkadaşlarımı görmek
istiyordum.
Pasajdan geçerken,
çay evini işleten Veli çıktı kapıya ve "Hocam
vaktiniz varsa biraz konuşabilir miyiz?" dedi. Merak etmiştim ne
derdi sıkıntısı var diye. "Olur, bir çayını
içeyim!" dedim. Veli iki çay kaptı geldi, oturduk. Önce bilgisayar
kursunu satın aldığım için hayırlı olsun
muhabbeti falan yaptıktan sonra, asıl mevzuya girdi. "Şeyy
hocam, ben Firdevs'le evlenmek istiyorum, bana yardımcı olabilir misiniz?"
dedi.
Çok
şaşırmıştım ve doğrusu biraz da
bozulmuştum. Bozulduğumu belli etmemeye çalışarak bir
sigara yaktım. Veli'ye (Oğlum Firdevs'i ben sikiyorum!) diyemezdim.
Sigaramdan bir fırt çekip, "İyi de benim nasıl bir
yardımım olabilir ki? Hem bu işler benden bitecek işler
değil. Madem Firdevs'le evlenmek istiyorsun, gönder ananı
babanı, usulünce istesinler kızı!" dedim. Veli de,
"Hocam annemle babam sizlere ömür, 8 sene önce trafik kazasında
kaybettik. Ablamdan başka kimsem yok. Ablamı da biliyorsun zaten,
kendine bir faydası yok ki, bana bir faydası olsun!" dedi.
"Ablanı
tanıyor muyum?" diye sordum. "Tanırsın hocam, Hasibe
abla ile birlikte sizin bilgisayar kursunun temizliğini yapan Gülistan yok
mu? Gülistan ablam olur işte. Hatta geçenlerde senin daireni de
temizlemişler!" dedi. "Anladım, ama daha onlarla karşılaşmadım
hiç, temizlik yapılırken ben yoktum. Her neyse, benden tam olarak
nasıl bir yardım istiyorsun?" dedim. Veli çayları tazeledi
geldi ve "Korkmayın hocam, sizden para falan istemeyeceğim.
Babadan kalma ev var, arsa var, tarlalar var. Çok şükür çay evinden de
geçinecek kadar para kazanıyorum. Hocam, hani diyorum ki, Firdevs'le bir
de siz konuşsanız? Biliyorum, o da beni seviyor, ama evlenelim
dediğimde nedense yanaşmıyor. Belki sizin sözünüzü dinler?"
dedi. "Bir faydası olacağını sanmıyorum ama,
İzmir'den döndüğümde vaktim olursa bir konuşurum!" deyip
kalktım.
Atladım
arabama, İzmir'e hareket ettim. Yolda Veli ile
konuştuklarımızı düşündüm, Firdevs bana bunlardan hiç
bahsetmemişti. Ama Firdevs'in neden evliliğe
yanaşmadığını anlayabiliyordum. Gerdek gecesi bakire
olmadığı ortaya çıkacaktı, ondan korkuyordu. Bakire olsaydı, belki de çoktan evlenmişti Veli ile...
Akşama
doğru İzmir'e vardım. Arkadaşlarımı falan ziyaret
ettim. Saat 23:30'te havaalanındaydım. Uçak tam saatinde indi. Yolcu
çıkış kapısında, elimde 'Mrs. & Mr. Bachmeier' yazan bir
kağıtla beklemeye başladım. Tüm yolcular çıktı,
yolcusu gelmeyen bir ben kaldım. Birkaç dakika daha bekledim, başka
çıkan yoktu. Tam Nurcan'a telefon edip soracaktım ki, "Mister
Harun?" diye seslenerek benim yolcular da göründü. Kadının bir
ayağı aksadığı için çok yavaş yürüyorlardı,
sanırım o yüzden en sona kalmışlardı. Elimdeki
kadığı gösterip gülümsedim. Kadın o sırada adama
birşeyler söyledi ve onlar da bana gülümsediler. Tahminimce 49-50 yaş
civarında, sevimli insanlardı.
Kısa bir
mesafe olmasına rağmen yanıma kadar gelmeleri birkaç dakika
sürdü. Kadın çok yavaş adımlar atabiliyordu,
ayağının birinde bir sorun olmalıydı. Ama onun
dışında Kısrak gibi bir kadındı, oldukça uzun
boylu ve iri yarı birşeydi. Adam ise cılızdı, boyu da
kadına göre 10-15 cm falan kısaydı. Keçi sakallı, kel
kafalı ve yuvarlak gözlüklü haliyle biraz kılıbık birine
benziyordu. Kadının kolunda sadece çantası vardı,
tekerlekli valizleri adam çekiyordu. İçimden (Bu adam bu karıyı
sikebiliyor mu acaba?) diye geçirmeden edemedim.
Benimle, aynı
bizim Türk'ler gibi yanaktan öpüşüp, selamlaştılar. Onlar benim
adımı biliyorlardı, kendilerini tanıttılar.
Adamın adı Gustav, kadınınki de Alexandra imiş.
Almanca bilmediğimi düşündüklerinden benimle İngilizce
konuşuyorlardı. Ben de İngilizce konuşmayı sürdürmeye
karar verdim, Almanca bildiğimi bilmeleri işime gelmezdi. Ayaküstü
sohbete başlamıştık ki, Alexandra'nın, "Benim
oturmam gerek, bacağım ağrımaya başladı!"
demesiyle arabama yürüdük. Valizleri bagaja koyduk ve arabaya bindik.
Onlara, yola
çıkmadan bir yerlerde birşeyler içip içmeyeceklerini sorduğumda,
Alexandra, "Kalacağımız otelde içeriz, Freeshoptan 2
şişe Viski aldık!" dedi. Anlaşılan kalacakları
otelin ve bizim köyün nerede olduğuna dair hiç bir fikirleri yoktu. Otele
kadar 5-6 saatlik yolumuz olduğunu söylediğimde
şaşırdılar. Alexandra, "3 saat uçak yolculuğunun
hemen ardından 6 saat de arabada oturmak istemiyorum!" dedi. Bizim
İzmir'deki evin yakın olduğunu, isterlerse orda kalıp,
sabah yola çıkabileceğimizi söyledim. Ama Alexandra, "Buralarda 5
yıldızlı güzel bir otel yok mu? Para sorun değil!"
dedi. "Var tabii!" deyip, İzmir'in en lüks oteline sürdüm
arabayı.
Otele girince,
Alexandra lobideki koltukların birine attı kendini. Biz de resepsiyona
gittik. Biri çift kişilik, biri de tek kişilik iki oda aldık.
Bellboy valizleri aldı ve hep birlikte asansörle yukarı
çıktık. Odalarımız karşılıklı idi.
Çocuk odalarımızı açıp gösterdikten sonra, Gustav'ın
verdiği bahşişi alıp gitti. Ben de iyi geceler dileyip
odama geçmeyi düşünüyordum ki, Alexandra, "Hadi gel, Viskinin birini
açalım! Sohbet ederiz hemde!" dedi. Kıramadım, bir duble
içebileceğimi söyleyip, onların odasına geçtim. Fakat
odalarında sadece 2 tane bardak vardı, gidip benim odadan
bardağı da getirdim. Ama koltuk da 2 tane idi. "Bir tane de
koltuk getireyim!" dediğimde, Alexandra, "Gerek yok, ben
yatağa uzanacağım!" dedi.
Gustav'la
koltuklara oturduk. Gustav bardaklara Viski doldururken, Alexandra valizin
birini açtı, içinden geceliğini çıkarıp yatağın
üzerine koydu ve soyunmaya başladı. Almanların birçok konuda
bizden çok daha rahat olduklarını ve utanmadıklarını
bildiğim halde, Alexandra'nın karşımızda sütyenini
dahi çıkarmasını garipsemiştim. Ama göğüslerine
bakmaktan da kendimi alamıyordum. Çok güzel, biçimli göğüsleri
vardı. Göğüs uçlarının her ikisine de Piercing
taktırmıştı. Altında sadece tanga külotla, aksayan
adımlarla banyoya yürüdü. Arkadan bakınca tangasının ipi
götünün yanakları arasında kaybolmuştu ve külot yokmuş gibi
görünüyordu. Kapıyı kapatmamıştı, ama banyo çaprazımda
kaldığı için banyoda ne yaptığını da
göremiyordum. Hemen sonra işeme sesi geldi, ardından da sifon sesi
duyuldu. Sonra da lavabodan gelen su sesi.
Alexandra banyodan
çıktığında çantasından bir losyon alıp,
yatağa oturdu ve göğüslerine sürmeye başladı, sanki ben
odada yokmuşum gibi davranıyordu. Ben de Viskimi yudumlarken, sanki
yanımda Gustav yokmuş gibi, Alexandra'nın göğüslerini
okşar gibi losyonlamasını izliyordum. Yarağım da
pantolonumun içinde sertleşmeye başlamıştı. Alexandra
göğüslerini losyonlama işini bitirdikten sonra, emir verir gibi,
"Gustav, bacağımı kremle!" dedi. Gustav, "Derhal
karıcığım!" diyerek, Viskisinden bir yudum alıp
yanına gitti. Alexandra çantasından bir krem çıkarıp verdi
ve yatağa yüz üstü uzandı. Gustav ağrıyan
bacağını kremlerken, Alexandra kollarını çenesinin
altına koymuş, bana gülümseyerek bakıyordu. Onu izlerken, yarağımın iyice sertleştiğini hissediyordum.
Alexandra,
"Haa, Ramazan sana sigara göndermişti. Bak öbür valizde,
poşetlerin birinde, alabilirsin!" dedi. Bir an düşündüm,
ayağa kalksam yarağımın kalktığı belli
olacaktı. Ama sonra (Amına koyum, onlar benden utanmıyorlar, ben
niye utanacakmışım?) diye düşünüp kalktım. Alexandra gülümseyerek
önümde kurduğum çadıra bakarken, hiç oralı olmadım, öteki
valizi açtım. Birkaç tane poşet vardı valizde. Sigaraların
olduğu poşeti el yordamıyla bulmuştum, ama yine de
diğer poşetlerin içine de baktım. Poşetin birinde tanga
külotlar, sütyenler falan vardı. Ama en alttaki poşetin içinde
gördüklerim çok ilginçti. Değişik boy, kalınlık, renk ve
özellikte Vibratörler, Dildolar ve bir tane de belden bağlamalı
plastik yarak vardı. Sigaraların olduğu poşeti alıp, getirdikleri
için teşekkür ettim, geçtim yerime oturdum. Ramazan çavuş bana 2
karton Marlb*** sigara göndermişti.
Gustav,
Alexandra'nın ağrıyan bacağını kremlemeyi bitirince,
Alexandra ona (benim anlamadığımı düşünerek Almanca),
"Şimdi banyoya gidiyorsun, ben çağırmadan da
çıkmıyorsun, değilse çok kötü cezalandırırım seni!"
dedi. Gustav da bana, "Ben duş almaya gidiyorum, biraz uzun sürebilir,
size iyi sohbetler..." diyerek valizden poşetin birini alıp banyoya
gitti. Anlaşılan karısından emir almaya
alışıktı. Gustav gidince, Alexandra da kalkıp
geceliğini giydi. Geceliğin boyu mini etekten daha kısaydı.
Gelip sehpadan Viskisini aldı, önümde dikilip bir yudum aldı.
Şeffaf külodu tam gözümün hizasındaydı, şimdi belli
oluyordu, klitorisinde de Piercing vardı. Okadar
tahrik olmuştum ki, karıya saldırmamak için kendimi zor
tutuyordum. Alexandra, "Bacağıma ne olduğunu merak
ediyorsundur, değil mi?" deyip, geçti yatağa uzandı. Ben
de, "Evet, anlat! Merak ettiğim başka şeyler de
var..." dedim ve sohbete başladık.
Alexandra'nın
mesleği de kocası Gustav'ınki gibi mimarlık imiş.
Bundan 2 ay önce, çizdiği bir projenin uygulamasını kontrol
etmeye gittiği inşaatta iskeleden düşmüş. Bacağında
kırık falan yokmuş, ama uzun süre ayakta durduğu zaman
ağrıyormuş. Gitmediği doktor kalmamış, fakat
bir çözüm bulamamışlar. En son bir Osteopathie uzmanından
alternatif terapi almaya başlamış. O da ağrıyı
ancak kısmen giderebilmiş. Yine de ağrıdığı
zaman ağrıkesici krem sürülmesi gerekiyormış...
Alexandra'ya,
Ramazan çavuşla nerden tanıştıklarını
sorduğumda, verdiği cevap canımın
sıkılmasına neden oldu. Meğer Alexandra, Jürgen'in
ablası imiş. Ben bu odaya aslında ayıp olmasın diye, sadece
bir bardak Viski içip, odama gitmeyi düşünerek gelmiştim. Ama
şimdi fikrimi değiştirmiştim, bardağımdaki
Viskiyi bir dikişte bitirip, yeniden doldurdum bardağımı.
Alexandra, Nurcan'la Jürgen'in boşanmalarına rağmen, Ramazan çavuşla halen çok iyi
anlaştıklarını, Ramazan çavuşun projesini de
Gustav'ın para almadan, hatır için çizdiğini anlatırken,
ben bir bardak Viskiyi daha bitirmiştim. Kafam hafiften çakır olmuştu. Alexandra'nın
anlattıklarını yüzümde zoraki bir gülümseme ile dinliyordum,
ama Jürgen'in ismini duydukça içten içe sinirleniyordum ve içimden küfürler
ediyordum orospu çocuğuna.
Alexandra,
"Başka neleri merak ediyorsun?" dedi. Yeniden
doldurduğum bardağımdan büyükçe bir yudum aldım ve "Mesela klitorisindeki Piercingi!" dedim. Alexandra, "Hmmm!" deyip gülümsedi...
[Harun]
Köyümüzün Amcıkları
Tüm Bölümleri
|