Köyümüzün Amcıkları, İzmirin Amcıkları... (34) (Harun 22 Y., İzmir)
Bahçe
kapısından geçip avluya girdiğimizde, Veli, "Ablaaa!
Ablaaa! Biz geldik!" diye seslendi. Biz eve doğru ilerlerken,
ablası da ellerini şalvarına silerek kapıda göründü.
Veli'nin ablası Gülistan, fizik olarak Osmanlı kadını
dedikleri türden, iri cüsseli bir kadındı. Baş örtüsü,
hırkası ve şalvarıyla ilk bakışta pek dikkat
çekmiyordu, ama alıcı gözle bakınca güzel bir kadındı.
Genç kızlığında kimbilir kaç erkeğin yüreğini
sızlatmıştı. Bembeyaz ve güleç bir yüzü, kocaman Ela
gözleri vardı. Kınalı ve örgülü uzun saçları baş
örtüsünün arkasından at kuyruğu gibi sarkıyordu. Veli bizi
kapının ağzında ayaküstü tanıştırdı,
kısa bir hoşgeldiniz hoşbulduk muhabbetinden sonra eve girdik.
Misafirden misafire kapısı açılan misafir odasına geçip,
oturduk.
Yeşil kadife
koltuklar sanki 1960'lardan kalmaydı. Nerdeyse salondaki tüm
eşyaların üzerinde dantelli küçük beyaz örtüler vardı. Gülistan
oturmamıştı, "Ben sofrayı hazırlayım!"
diyerek mutfağa gitti. Ve az sonra da kamyon tekerleği
büyüklüğünde bakır bir Sini ile yemekleri getirdi. Yine misafirden
misafire kullanıldığını düşündüğüm yemek
masasının üzerindeki dantelli örtüyü alıp, masayı
yemeklerle donattı. Çok güzel yemekler yapmıştı. Veli de
Rakı'yı açtı, yemeğimizi yemeye başladık. Ben
fazla içmeyeceğimi yineleyip, bana doldurduğu Rakıyı
ağır ağır yudumluyordum. Doğrusu bu bir dubleden
başka da içmeyecektim. Bir yandan da havadan sudan sohbet ediyorduk, ama
Veli nedense bir türlü Firdevs konusunu açmıyordu. Oysa buraya geliş
nedenimiz, onun Firdevs'le evleneceği haberini kutlamak içindi...
Aramızda en
çok konuşan Gülistan idi. Bir saati aşkın zamandır hüzünlü
hayat hikayesini anlatıyordu. Özetle, Kayseri'ye gelin giden Gülistan'ın başından
mutsuz bir evlilik geçmiş. Bu evlilikten bir oğlu ve bir
kızı olmuş. Fakat boşanınca, çocukların
velayetini kocası almış. Çocuklar şimdi Kayseri'de
babalarının yanında yaşıyorlarmış...
Gülistan'a neden
birdaha evlenmediğini sorduğumda, Gülistan dertli dertli iç çekerek,
"Beni kim ne yapsın ki? Gençliğim de kalmadı,
güzelliğim de! Benden geçti artık, ben unumu eledim, eleğimi
astım duvara! Hem kocasından boşanmış bir kadınla
anca Gomonisler, Anarşitler evlenir!" dedi. Ben de boş
bulunmuş olup, "Yok canım, olur mu öyle şey, halen genç ve
güzel bir kadınsın! Eminim seninle evlenmek için can atan bir sürü
erkek vardır! Hem bunun Komünistlikle ve Anarşistlikle hiç bir
alakası yok! Başka köylerde, kasabalarda ve şehirlerde dul bir
kadının yeniden evlenmesi çok normal bir şey!" dedim. Bu
sözümden sonra Gülistan neşelenmmiş, biraz da heyecanlanmıştı.
Konu evlilikten
açılmışken, Veli de nihayet Firdevs'le evleneceğini
söyledi. Ama Firdevs ismini duyunca, Gülistan'ın suratının
şekli birden değişti. Nedense keyfi kaçmıştı
kadının, müsade isteyerek benim sigara paketimden bir sigara
aldı ve yaktı. Dumanını derin derin içine çekerek içiyordu
sigarayı. Firdevs kelimesinin telafuz edilmesiyle birlikte,
tıpkı fırtına öncesi sessizlik gibi bir sessizlik
çökmüştü masaya. Ben dahil, kimse tek kelime konuşmaya cesaret
edemiyor gibiydi. Bu sessizliği
telefonumun çalması bozdu. Ekrana baktım, Meltem hanım
arıyordu. Müsade isteyip kalktım, rahat konuşabilmek için
dış kapının önüne çıktım ve telefona cevap
verdim. Meltem hanım kasabaya geldiğimi Firdevs'ten
öğrenmiş, kendisini neden aramadığımı soruyordu.
Biraz konuştuktan sonra, "Gelsene bana!" dedi. Burdan
erken ayrılırsam geleceğimi söyledim.
Telefonu
kapatıp tekrar eve girdiğimde, içerden tartışma sesleri
geliyordu. Salonun kapısına yaklaşıp, konuşulanlara
kulak kabarttım. Gülistan Firdevs hakkında ileri geri konuşuyor,
Veli de Firdevs'e toz kondurmuyordu. Gülistan'ın Firdevs hakkında
kullandığı 'Orospu' kelimesini duyunca telaşlandım.
Acaba Gülistan Firdevs'le benim ilişkimi mi biliyordu? Neler döndüğünü
anlamak için öksürerek içeri girdim. Ama ben girince ikisi de sustu.
İkisinin de suratı asıktı. "Ne oluyor yahu? Derdiniz
nedir?" dediğimde, yeniden tartışmaya başladılar.
Gülistan Veli'ye, "O Firdevs orospusuyla evlenirsen, valla sana ablalık
hakkımı helal etmem!" deyince, Veli de, "Saçmalama abla, kızın
ne orospuluğunu gördün? Herkesi kendin gibi mi sanıyorsun!" diye
bağırdı. Gülistan feci bozulmuştu. Ağlayarak
kalktı, birşey demeden odasına gitti ve kapısını
sertçe kapattı. Bu tartışmada ismim geçmediği için biraz da
olsa rahatlamıştım.
Veli halen
ablasının arkasından, "Orospuymuş! Sen kendine bak
önce! Orospunun önde gideni sensin!" diye bağırmaya devam
ediyordu. Ne diyeceğimi bilemediğimden, Veli'nin sakinleşmesini
bekledim. Veli ablasının arkasından biraz daha söylenip,
bardağındaki Rakıyı bir dikişte içti ve "Yaa
kusura bakma hocam, sana da ayıp oldu!" dedi. "Beni boşver
de, nedir mesele?" diye sordum. "Ablama sinirlendim hocam... Yok
efendim neymiş, Firdevs önüne gelenle sikişip sikişip, kendini
bana yamamaya çalışıyormuş! Hiç olacak şey mi bu? Firdevs
gibi namuslu ve iffetli bir kız bu devirde zor bulunur! Bu zamana kadar
kimseye saçının bir tek telini bile gösterdiğini görmedim
kızcağızın! Ablam sana dua etsin, sen olmasaydın
şimdi ağzını burnunu kırardım ablam olacak
namussuzun! Kendi orospuluklarına bakmıyor, evleneceğim gül gibi
kıza iftira atıyor! Tövbe, tövbe!" deyip bir duble Rakı
daha yuvarladı. Eminim ki ablası hakkında söylediği bu
lafları Rakı söyletiyordu, yoksa Veli çok efendi ve saygılı
biriydi, ayık kafayla ablası hakkında böyle şeyler
söyleyecek birine hiç benzemiyordu.
"Veliciğim,
istersen daha fazla içme! Sakin ol, sinirlenme! Ben ablanla konuşur,
meseleyi hallederim!" dedim. Ama Veli içmeye devam etti. Firdevs'i nekadar
çok sevdiğini ve ondan asla vazgeçmeyeceğini, gerekirse
ablasını evden siktir edeceğini söyleyip, peş peşe
götürüyordu dubleleri. Dili çözüldükçe de, ablası hakkında
olmadık şeyler anlatıyordu. Anlattıklarına göre,
ablasının evliyken kırdığı ceviz kırkı
geçmiş ve kocası da o yüzden boşamış bunu. Veli
sarhoş kafayla ablasının maceralarını anlatırken,
yarağım kazık gibi olmuştu. Canım müthiş
sikişmek istiyordu. En iyisi kalkıp Meltem hanıma gideyim, bir
güzel sikeyim diye düşündüm. Bir yandan da ben gidince Veli'nin sakat bir
şey yapmasından korkuyordum, bir büyük Rakıyı nerdeyse tek
başına yarılamıştı. Saate baktım, vakit geceyarısını
çoktan geçmişti. "Dostum ben artık kalkayım, burdan daha
köye gideceğim. Sen de git yat, bir güzel uyu! Sabah ola, hayrola! Takma
kafana, yarın hallederiz!" deyip ayaklandım.
Veli koluma
yapışıp, "Hocam bu saate köye möye gidilmez! Burda yatarsın!
Ablama söylerim, sana şuraya yatak serer hemen!" diye ısrar
etti. Ben ne kadar kabul etmesem de, Veli, "Ablaa! Ablaaa, gelsene
bir!" diye seslendi. Tabii Gülistan cevap vermedi, zaten cevap verseydi
şaşırırdım, çok kötü bozulmuştu kadın. Veli
birkaç kez daha seslendi, cevap alamayınca da kalktı
ablasının kapısına gitti. Kapıyı tıklatarak,
"Ablaa, uyudun mu? Kalk, yatak ser, Harun hocam burda yatacak!" dedi.
Bunun üzerine kapı açıldı. Ablası başında
başörtüsü, hırkasının önünü ilikleyerek odasından
çıktı. Veli yatak sermesini tekrarlayınca, Gülistan Veli'nin
suratına bile bakmadan, "İyi, tamam, çekil şurdan!"
diye eliyle ittirerek, diğer odaya yöneldi. Yataktan
kalktığı belli oluyordu. Hırkasının altında
çiçekli pazenden bir gecelik vardı. Hırkanın önü ilikli
olduğundan, içinde sütyen varmıydı yokmuydu
anlayamamıştım, ama arkasından bakınca, altında
anneannemin külotlarına benzer kocaman beyaz bir külot olduğu
geceliğine rağmen belli oluyordu.
Veli, "Hocam,
ablam yatağını hazırlar şimdi, ben de işeyip
yatmaya gidecem. Hadi iyi geceler!" diyerek banyoya girdi. Ama 15-20
saniye geçmeden banyodan paldır küldür sesler geldi. Hemen
fırladım koştum bakmaya gittim. Veli işerken
düşmüş, yerde rezil bir şekilde yatıyordu. Ama bu durum
sarhoşluktan kaynaklanan bir şey değildi, Veli
bayılmıştı. Dayımdan biliyordum, o da böyle bazen gece
tuvalette işerken bayılır düşerdi. Şeker
hastalığının bir sonucuydu bu...
Tabii biz ozaman
dayımın bayılma sebebini bilmiyorduk. Bundan 4 ay önce yengemle
birlikte, dayımı doktora götürdüğümüzde, doktor söylemişti
dayımda şeker olduğunu. Yorgunluk, uykusuzluk, düzensiz
beslenme, alkol, üzüntü, stres ve depresyon çok tehlikeliymiş şeker
hastaları için. Doktor ayrıca, şeker hastalarında Ereksiyon
probleminin de yaygın olduğunu söyleyip, dayıma böyle bir
problemi olup olmadığını sormuştu. Bu soru
karşısında dayımın suratı
kıpkırmızı olmuş ve (Öyle bir problem yok!) diyerek
kestirip atmıştı. Ama yengemin yüz ifadesinden, bunun doğru
olmadığını anlamıştım. Ve ogün, kafamdaki
sikeceğim kadınlar listesine yengemi de eklemiştim. Ailecek
misafirliğe gidip gelmelerde, hoşgeldin hoşbulduk esnasında
yanaktan öpüşürken, yengem dana yalamış gibi
ıslatırdı yanaklarımı. Yengemi düşünerek
çektiğim 31'lerin haddini hesabını bilmiyordum. Uygun bir zaman
ve ortamda, yengemi sikmek hiçte zor olmayacaktı benim için...
Ben Veli'yi yerden
kaldırmaya çalışırken, Gülistan da koşarak geldi,
sesleri duyunca o da telaşlanmıştı. Birlikte Veli'yi
kucaklayıp odasına götürdük. Sidikten önü kısmen
ıslanmış pantolonunu ve gömleğini çıkarıp,
yatırdık yatağına. Gülistan Veli'nin yine sidikten
kısmen ıslanmış külodunu yukarıya düzeltirken,
"Gözü kor olmayasıca, zıkkımın kökünü iç emi!
Rakı içmek senin neyine! Bu zıkkımı içersen
olacağı buydu işte! Şu rezilliğe bak!" diye
söylenip duruyordu. Aynı zamanda sinirden elleri titriyordu.
Gülistan'ı telaşlandırmak istemediğimden, Veli'nin
baygın olduğunu ve bunun şeker hastalığından
kaynaklı olabileceğini söylemedim tabii. Zaten şu anda Veli'nin
ihtiyacı olan tek şey, güzel bir uyku çekip, dinlenmekti. Ama
yarın mutlaka bir doktora görünmesi ve kan tahlili yaptırması
gerekiyordu...
Veli'nin
kapısını kapatıp, misafir odasına geçtik. Gülistan,
Veli'nin çıkardığı kepazelikler için benden defalarca özür
dileyerek, önce masayı toparladı. Sonra da gitti, yüklükten yorgan
döşek getirdi. Ben oturduğum koltuktan Gülistan'ı izliyordum.
Döşeği yere sererken eğildiği için, kasılan
geceliğinden külotu daha bir belli oluyordu. Demin telaştan
inmiş yarağım yeniden kazık gibi oldu. Gülistan
döşeği serip, çarşaf ve yastık getirmeye gittiğinde,
ben de, boxerimin içinde sıkışan yarağımı,
pantolonumun üstünden düzelterek, göbeğime doğru yatırdım.
Şimdi yarağım biraz rahatlamıştı, ama
kalkıklığı da daha çok belli olmuştu. Bunu, içeriye
tekrar geldiğinde Gülistan da farketti. Önüme kaçamak bir bakış
attıktan sonra, hiç bozuntuya vermeden çarşafı sermeye
başladı. Demin döşeği eğilip seren Gülistan,
şimdi çarşafı dizlerinin üzerine domalarak seriyor ve sanki
çarşafı ütülercesine işi ağırdan alıyordu. Bunu
özellikle yaptığından emindim, külodunun içine zor
sığan o koca götünü bana sergilemekti amacı. O anda ona arkadan
saldırmamak için zor tuttum kendimi.
Gülistan
işini bitirip, "Tamamdır Harun, yatağın
hazır..." diyerek doğruldu. Akşamdan beri Veli'nin
yanında bana hep 'Harun abi' diyen Gülistan, şimdi ismimle hitap
etmişti. Teşekkür ettim kendisine. Gülistan, "Eh, ben gideyim
artık, senin uykun vardır şimdi, hemen yatmak istersin..."
dedi, ama sanki gitmek istemiyor gibi bir hali vardı. "Yok, henüz
uykum gelmedi. Gel otur istersen, konuşuruz biraz!" dedim. Gülistan,
"İyi madem, bir sigaranı daha içip öyle gideyim..."
diyerek, yanımdaki koltuğa oturdu. Pakete uzanıp, bir sigara
verdim ve yaktım. Sigarasını içerken, arada sırada önüme
kaçamak bakışlar atmaya devam ediyordu. "Kardeşim beni sana
kötüledi, değil mi? Kimbilir hakkımda neler
anlatmıştır! Sen şimdi benim orospu olduğumu
düşünüyorsundur!" dedi. "Yok, ne münasebet, asla öyle bir şey
düşünmem! Veli birçok şey anlattı anlatmasına da, ben tabii
olayların içyüzünü bilmiyorum. Ama senin mutlaka kendince sebeplerin
vardır diye düşünüyorum. Haksız mıyım?" dedim.
Gülistan'ın damarına basmıştım. İç çekerek
anlatmaya başladı:
"İkinci
çocuğum olduktan sonra kocam bana birdaha yanaşmadı. İlkin
lohusalığımdan yanaşmıyor diye düşündüm, ama
aradan aylar geçtiği halde bu durum değişmedi. Birgün alt
komşum Mukaddes'e çay içmeye gitmiştim. Mukaddes'in uzaktan bir
akrabası varmış, pavyonda garson olarak
çalışıyormuş, o anlatmış Mukaddes'e. Kocam
pavyona dadanmış, çoluğun çocuğun rızkını
orospularla yiyormuş! Bunu duyunca ilkin inanmadım tabii, ama içime
bir şüphe düştü. Ogünden sonra ceplerini falan yoklamaya
başladım. Birgün ceketinin cebinde, pavyonda orospularla içerken
çekilmiş bir resim buldum. Tabii hemen bunun hesabını sordum.
Sormaz olaydım, tekme tokat girişti bana. Söylediği laflar da
cabası! Ben kadın değilmişim de, pavyon
karılarının tırnağı olamazmışım
da, yatakta mal gibiymişim de, beni sikeceğine gider eşek
sikermiş de... Daha neler neler! Hele ölmüş anama ettiği
küfürler yokmu, işte o anda kocam olacak orospu çocuğundan nefret
ettim. Ama intikamımı da aldım..." dedi.
Gülistan bir
sigara içip gidecekti güya, ama işin içyüzünü ağlayarak
anlatırken, sigaranın birini söndürüp diğerini yakıyordu.
Bazı şeyleri üstü kapalı anlatıyordu, ama işin
açıkcası, başta kaynı olmak üzere, nerdeyse mahallede
sikişmediği erkek kalmamıştı Gülistan'ın. Bir
seneye yakın boynuzlandığından haberi olmayan kocası
da, kulağına gelen dedikodulardan sonra boşuyor
Gülistan'ı...
Elimi omzuna
atıp kendime doğru çektim ve omzunu okşayarak, "Ağlama
güzelim. Ciğeri beş para etmez biri için
akıttığın gözyaşlarına yazık!" dedim.
Başörtüsüne rağmen saçlarından sabun kokusu geliyordu burnuma. Misafir
gelecek diye banyo yapmış olmalıydı. Buna benzer bir sabun
kokusu, bana sarılıp yanaklarımı öperken yengemden de
gelirdi...
Bir elim halen
Gülistan'ın omzunu okşarken, "Hadi ama, ağlama artık!
Senin gibi güzel bir kadına ağlamak hiç
yakışmıyor!" deyip, diğer elimle yanağından
çenesine süzülen gözyaşlarını silmeye çalıştım.
Gülistan, "Bir dakika Harun..." diyerek, elimi yüzünden
uzaklaştırdı. Başörtüsünü çözdü ve başörtüsüyle
gözyaşlarını sildi. Sonra da başörtüsünü mendil katlar gibi
katlayarak, koltuğun kolçağına koydu ve "Tamam,
ağlamıyorum artık!" dedi. Yüzünde, Aferin bekleyen
çocukların ifadesi vardı. "Saçların çok güzelmiş, mis
gibi de kokuyor!" deyip eğilip saçlarını kokladım.
Saçlarını okşamaya başladığımda, bu
işin nereye gittiğini artık Gülistan da
anlamıştı. Ama olumlu yada olumsuz hiç tepki vermiyordu.
Yarağım ise akşamdan beri pantolonumun içinde isyan ediyor,
biran önce sıcak bir deliğe girmek istiyordu. Valla tepkisi ne olursa
olsun, öyle yada böyle sikecektim Gülistan'ı. Yarağıma söz geçiremiyordum
artık.
Süreci
hızlandırmak için, omzundaki elimi beline kaydırdım. Belini
okşayarak kulağına yaklaştım ve "Şu
hırkanı çıkarsana aşkım!" diye
fısıldadım. Bu dediğime nasıl bir tepki
vereceğini kestiremiyordum doğrusu. Ama Gülistan'ın,
"Tamam, ama önce ışığı kapat!" demesi, beni
hem sevindirmiş, hem de biraz şaşırtmıştı.
İkiletmeden, "Tabii aşkım!" deyip kalktım,
ışığı kapattım. Koridorun
ışığı halen yandığı için, bulunduğumuz
oda fazla karanlık olmamıştı. Gülistan sadece
hırkasını çıkarmakla kalmayıp, geceliğinin
altından külodunu da çıkararak, koltuğun kolçağındaki
başörtüsünün üstüne bıraktı. Şimdi üzerinde sadece
gecelikle, ayakta dikiliyordu. İçinde sütyeni yoktu, olsaydı külodunu
çıkaran onu da çıkarırdı.
Artık süreci siklemenin
de bir anlamı yoktu. "Geceliğini
çıkarmayacak mısın aşkım?" deyip, ben de soyunmaya
başladım. Ama Gülistan geceliğini çıkarmadan yatağa
geçip, yorganın altına girdikten sonra çıkardı
geceliğini. Utanıyor olmalıydı. Boxerimi de
çıkarıp, yorganı açtım. Gülistan sırtüstü
yatmış, bacaklarını da sonuna kadar ayırmış,
hemen amına girmemi bekliyordu. Kocasından ve şimdiye kadar
sikiştiği diğer erkeklerden hep böyle görmüş
olmalıydı. Yarağımın isyan etmesine rağmen,
Gülistan'ın bacaklarını birleştirip, yanına
uzandım. Sadece saçlarından değil, tüm vücudundan mis gibi sabun
kokusu geliyordu. Omuzundan tutup, Gülistan'ı kendime doğru çevirdim.
Şimdi yüzyüze ve göğüs göğüse gelmiştik.
Gülistan direkt üstüne
çıkıp amına girmediğime şaşırmış
olmalıydı. Aslında ben de biran önce onu deli gibi sikmek
istemiyor değildim. Ama onun şimdiye kadarki sikişmelerinden bir
farkı olsun istiyordum. Sanki bakire bir kızla
sevişiyormuşum gibi, nekadar güzel ve çekici olduğuna dair
iltifatlar ederek, dudaklarını, boynunu, boğazını
nazikçe öpmeye başladım. Öperken bir elim saçlarını okşuyor,
diğer elim de okşayarak belinde, kalçasında ve
bacağında geziniyordu. Gülistan nefes nefese kalana kadar öptüm
dudaklarını. Sonra nazikçe sırtüstü yatırdım. Ve
göğüsleriyle igilenmeye başladım. Önce birini öpüp
okşayıp, ucunu ağzıma alıyor, emiyor, yalıyor,
sonra diğerine geçiyordum. Göğüsuçları sertleşmiş,
parmağım kalınlığına
ulaşmıştı. 15-20 dakikadır sevişiyordum ve daha
henüz amına elimi bile dokundurmamıştım...
Gülistan hafif
hafif kıpraşmaya ve kesik kesik inlemeye
başladığında, dudaklarımı göbeğine
kaydırdım. Göbeğini biraz öpüp koklayıp, doğruldum ve
kısmen açık olan yorganı tamamen açıp, ayağa
kalktım. Gülistan nihayet sıranın sikişmeye geldiğini
düşünmüş olacak ki, bacaklarını yine sonuna kadar
ayırdı. Koridorun lambasından içeriye vuran loş ışığa
rağmen amının kılsız olduğu hemen belli oluyordu.
Bacaklarının arasına diz çöküp eğildim ve klitorisine
yumuldum. Klitorisini yalayıp emmeye başlayınca Gülistan paniklemişti.
Ne yapacağını bilmeden debeleniyordu. Kafamı
kaldırdım ve "Şşşşş, sakin ol
aşkım!" dedim. Gülistan, "Yapma!" diye
fısıldayarak, omuzlarımdan tuttu ve kendine doğru çekti
beni.
Şimdi
bacaklarının arasındaydım, yarağım amının
dudaklarına değiyordu. "Aşkım amını yalamam
hoşuna gitmedi mi yoksa?" diye sordum. "Hoşuma gitti de...
ama şeyy... ben geldim!" dedi. Oysa daha amını yalamamıştım.
Parmaklamamıştım bile. Sadece klitorisini biraz yalamamla, bukadar
çabuk ve nisbeten sessiz sedasız Orgazm olmasına çok
şaşırmıştım. Gülistan, "Hadi, gel!"
diyerek iki elini belime atmış, beni kendine çekiyor, amına
girmemi istiyordu.
Belimi biraz geri
çekip tekrar bastırmamla birlikte yarağım Gülistan'ın
vıcık vıcık olmuş amına köküne kadar
girmişti. Ama o anda hiç beklemediğim bir şey oldu...
[Harun]
Köyümüzün Amcıkları
Tüm Bölümleri
|