Köyümüzün Amcıkları, İzmirin Amcıkları... (51) (Harun 22 Y., İzmir)
Fahriye'yi sikmeden önce bakire
olup olmadığını sormamakla eşeklik etmiştim, bu
konuda hiç uslanmayacaktım galiba. Tost makinesinin yanında
duran peçetelerden bir tutam alıp Fahriye'ye verdim, amından akan
kanı silsin diye. Bir tutam peçete de kendime aldım.
Yarağımı peçeteyle temizlerken, "Bakire
olduğunu neden söylemedin?" diye sordum. Fahriye gülümseyerek,
"Ben de sana aşık oldum da ondan!
Kızlığımı aşık olduğum erkeğe
vermek en büyük hayalimdi!" dedi.
Kızın
saftirikliği karşısında kafayı yemek üzereydim,
"İyi de, benim Nurcan'la evli olduğumu biliyorsun! Ne olacak
şimdi?" dedim. Fahriye gülümseyerek, "Nurcan'dan
boşanıp benimle evlenirsin olur biter aşkım!"
dediğinde sinirlerim iyice tepeme çıktı, "Saçmalama, öyle
bir şey asla olamaz!" dedim.
Fahriye zoraki bir
gülümsemeyle, "Şaka yapıyorum yaa! Öyle bir şeyin
olmayacağını ben de biliyorum! Önemli olan birbirimizi seviyor
olmamız değil mi, önemli olan aşkımız değil mi?
Aşk fedakarlık ister, ben aşkım için her tür
fedakarlığı yapmaya hazırım!" dedi.
Sonra da endişeli bir ses
tonuyla, "Aşkım halen kan geliyor, nasıl
durduracağım bu kanamayı?" diye sordu. "Ped koy, yok
mu Ped'in?" dedim. Fahriye, "Yok, aybaşıma daha 2 hafta
olduğundan çantama koymadım, yandaki marketten alıp
gelebilir misin aşkım?" dedi.
Bırak kendim almayı,
çıktığım kızın veya sevgilimin benim yanımda
Ped satın almasından bile hiç hoşlanmazdım. Ama Fahriye'nin
kanaması devam ediyordu, bu halde kendisi gidemezdi, mecburen gittim
markete. Hangisinden alacağımı bilemediğimden raftaki
çeşitlerden birer tane koydum sepete. Aldıklarımı kasada
bantın üzerine koyduğumda kasiyer kız suratıma tuhaf tuhaf
bakınca, içimden (Şimdi lüzümsuz birşey söyleyecek!) diye
geçirdim. Ama neyseki birşey demedi, sadece tuhaf tuhaf bakmakla yetindi.
Birşey deseydi herhalde sinirimi ondan çıkarırdım ve çok
kötü küfür ederdim...
Ofise dönüp poşeti
verdiğimde, Fahriye, "Aşkım bütün marketi mi satın
aldın, bir kutu yeterdi! Ne yapacağım bukadar Pedi?" dedi.
"Ne bileyim, aldım işte, kullanacağını kullan,
gerisini çöpe at!" dedim. Fahriye poşetten bir kutu seçip çıkardı
ve "Aşkım, bak bundan kullanıyorum, birdaha
alacağında bundan al!" diyerek kutuyu açtı. Pedi külotuna
yerleştirip pantolonunu çekti ve "Gerisini eve götüreyim bari,
kızkardeşime ve ablama veririm!" dedi.
"Ne istiyorsan yap!"
dedim. Sinirim halen geçmemişti, sigara içmek istiyordum, ama
açlıktan midem kazınıyordu. Tost makinesini açıp
baktım, içindeki tost kömür gibi olmuştu. Fahriye, "Yenisini
yapayım hemen aşkım!" dedi. "Yap hadi, çabuk ol
biraz!" dedim. Daha yarım saat öncesine kadar Fahriye'nin ismini bile
bilmiyordum, oysa şimdi sanki onunla 40 yıllık evliymişim
gibi hissediyordum kendimi. Artık ona 'Aşkım' kelimesini
kullanmak bile içimden gelmiyordu...
Fahriye'nin yeni
yaptığı Tostu yedikten sonra hemen bir sigara yaktım. Çayla
birlikte içtiğim sigara sinirlerimi biraz da olsa
yatıştırmış, ama kesmemişti, ilkini söndürür
söndürmez bir sigara daha yaktım. Halen kendime kızıyordum,
böyle bir hatayı nasıl yaptım diye. Ayrıca Fahriye'nin
başıma bela olup olmayacağı düşüncesi beynimi
kemiriyordu. Onun için Fahriye'ye kendisi ve ailesi hakkında merak
ettiklerimi sordum. Fahriye ailesiyle ilgilendiğimi görünce, sevinçle,
"İstersen iş çıkışında beni eve sen
bırak aşkım, ailemle tanıştırayım
seni!" dedi.
"Bugün İzmir'den
ayrılıyorum!" dediğimde ise çok üzüldü, nerdeyse
ağlayacaktı. Kızın o haline dayanamadım,
"İki hafta sonra geldiğimde tanışırım
ailenle!" dedim. "Tamam aşkım!" derken gözleri
parlıyordu yeniden... Fahriye heyecanlı heyecanlı birşeyler
anlatırken, doğrusu ben dinlemiyordum bile. Kafam çok
karışıktı, sigara üstüne sigara yakıyordum. Oturup
konuştuğumuz (Fahriye'nin konuştuğu, benim dinler gibi davrandığım) iki saate yakın sürede nerdeyse bir paket sigara
içmiştim...
Sonunda Yusuf aradı, kalan
işleri bitirmişti. Gittim arabayı teslim aldım. Yusuf
başka bir müşterisinin işleri için orda kaldı, ben arabaya
atladım, otelin yolunu tuttum. Yoldan kaynanamı arayıp,
hazırlanmasını söyledim. Normalde sevinçten havalara uçmam
gerekiyordu, Ramazan çavuşun söz verip de sonradan kıvırtmaya
çalıştığı (bilmem kaç yüzbin Euro'luk)
arabası artık resmen benim olmuştu. Ama aklım
Fahriye'deydi, kızın bekaretini bozduğum için halen kendime
kızıyordum...
Otele
vardığımda, kaynanam herşeyi toparlamış, kendisi
de hazırlanmıştı. Fahriye'yi siktikten sonra yarağımı peçeteyle sildiysem de tam temizlenmemişti, rahatsızlık veriyordu. Sabahtan beri it gibi koşturduğumu, çok terlediğimi söyleyerek duşa girip çabucak yıkandım. Eşyalarımızı
alıp indik resepsiyona. Hesabı ödedikten sonra atladık arabaya
ve İzmir'den ayrıldık...
Yaklaşık bir saattir
yoldaydık. Bu arada Kuşadasına yaklaşmıştık.
Acıkmıştım, ofiste yediğim tostla duruyordum. Hem
birşeyler yemek için, hem de Muharrem'in halini hatırını
sormak maksadıyla Muharrem'in oteline sürdüm arabayı. Fakat Muharrem
yoktu, oteli Remzi efendiye emanet edip, Şermin'le birlikte Ankara'ya gitmiş.
"Hayırdır, Ankara'da ne işleri varmış?" diye
sorduğumda, "Valla tam olarak bilmiyorum ama, Şermin'i Pisikoloji doktoruna
gösterecekmiş herhalde..." dedi Remzi efendi.
Remzi efendiye
karnımızın aç olduğunu söyleyip, yiyecek birşeyler
hazırlatmasını istedim. O arada ben de Muharrem'i aradım.
Muharrem, "Sorma Haruncuğum..." diye başladı, çok
dertliydi. Şermin bileklerini kesip intihar etmeye
kalkışmış. Kuşadasında ilk müdahale
yapılmış, bileklerine dikiş atmışlar. Klinikte
birkaç gün müşahade altında kaldıktan sonra doktor
arkadaşının tavsiyesi üzerine Ankara'daki bir uzman
Psikoloğa götürmüş Şermin'i. "Valla ne bok yiyeceğimi
bilemiyorum Haruncuğum, bu kız yüzünden birgün inme inecek bana, felç
olacağım..." derken çaresizliği sesine yansıyordu,
nerdeyse telefonda ağlayacaktı koskoca adam.
Biraz daha konuştuk,
yanımda kaynanamın olduğunu, köye gideceğimizi
söylediğimde, Muharrem, "Geçerken kaynanana benim çiftliği
göster, hatta birkaç gün kalın çiftlikte. Hem Zümrüt'ün de bir halini
hatırını sorarsın! Bizim burda işimiz bitti
sayılır, kısmetse yarın akşama orda oluruz..."
dedi. "Tamam, kaynanama teklif ederim!" dedim. Telefonu
kapatınca kaynanama Muharrem'in çiftliğini övdüm biraz ve bir-iki gün
orda kalmayı önerdim. Kaynanam çiftliği merak etmişti, olur
dedi.
Yemeğimizi yedik,
kahvelerimizi içtik. Kaynanam lavaboya gidince, ben de Remzi efendinin
yanına gittim ve "Remzi efendi, kaynanamın
dırdırı ayık kafayla hiç çekilmiyor valla, varsa senin o meşhur
sigaralarından versene, bu akşam içeyim de kafam güzel olsun!"
diye takıldım. Remzi efendi, "Ne sigarası?" deyip
suratıma tedirgin bir şekilde bakınca, "Geçen Zümrüt'ün
verdiği sigaralardan bahsediyorum. Merak etme, Muharrem beyin
kulağına gitmez!" dedim.
Remzi efendi, "Sigaralar
evde, Zümrüt'ten iste versin. Ama kafanın güzelleşmesini
istiyorsan..." deyip bir kutu hap çıkardı, "Bunlar
sigaradan daha iyi, bir tanesi bile seni sabaha kadar Tayyare
yapar!" diyerek, avucuma birkaç tane hap döktü. Teşekkür edip
hapları cebime koydum. Remzi efendi, "Çiftlikte sıkılırsan gece çık gel buraya, aleme götüreyim seni..." deyince, "Söz
vermeyim, kaytarabilirsem gelirim!" dedim. Kaynanam lavabodan çıkınca
ayrıldık ordan...
Çiftliğe
vardığımızda Zümrüt karşıladı bizi.
Çiçeklerin arasındaki otları temizlemekle uğraşıyormuş, terlemişti. Zümrüt'le kaynanamı tanıştırıp, bir-iki gün
kalacağımızı söyledim. Zümrüt yanımda kaynanamın
olmasına bozulmuş gibiydi. Arabadan eşyalarımızı
aldık. Zümrüt bize odalarımızı gösterip, "Siz yerleşirken
ben de soğuk bir ayran yapayım da içelim!" diyerek mutfağa
gitti.
Kaynanam çantalarla ve
giysilerle falan uğraşırken, ben şortumu ve tişörtmü
giydim ve arabadan çakmağımı alacağımı söyleyip
indim aşağı. Amacım Zümrüt'le bir-iki dakika yalnız
konuşmaktı. Mutfakta ayran yapan Zümrüt'ün arkasından
yanaşıp götünü avuçladım, "Seni çok özledim
aşkım!" deyip boynunu öpmeye başladım. Zümrüt huzursuz
olmuştu, "Dur, ne yapıyorsun, kaynanana yakalanacağız
şimdi!" deyip elimden kurtulmaya çalıştı. "Sen
kaynanamı dert etme, ben hallederim, sen sadece biraz samimi davran
kadına, biraz ilgi, biraz güleryüz göster!" dedim.
Zümrüt'ün hiç hoşuna
gitmemişti bu söylediğim, asık bir suratla, "Sen şu
ayranı karıştırmaya devam et, ben üstümü
başımı değiştireyim!" diyerek müştemilata
gitti. Bana istediği kadar trip atsın, bu gece ne yapıp edip
Zümrüt'ü sikecektim...
Geçtim havuz kenarındaki
sandalyelerin birine oturdum, yaktım bir sigara. Biraz sonra kaynanam indi
aşağı, üzerine rahat birşeyler giymişti. Kaynanam
çiftlik hakkında yorumlar yaparken, benim aklım bu gece için strateji
belirlemekle meşguldü. Daha sonra Zümrüt de tepside ayranlarla geldi
yanımıza. Zümrüt'ün saçları nemliydi, kıyafetlerini
değiştirmeden önce duş almış olmalıydı...
Birer bardak ayran içtik.
Zümrüt boşalan bardaklara yeniden ayran doldururken ben istemedim.
Zümrüt'ün soğuk davranması canımı
sıkmıştı, gittim mutfaktan kendime bir bira alıp
geldim. Kaynanam elimde birayı görünce, "Ohhh ne ala! Bize niye
getirmedin?" dedi. "Ne bileyim, siz içmezsiniz diye
düşündüm..." dedim. Kaynanam, "Niye içmeyelim, bizim
başımız kel mi?" dedikten sonra Zümrüt'e de,
"İçeriz değil mi kız?" diye sordu. Zümrüt,
"Bilmem ki abla, benim içmem uygun olmaz..." dediyse de, Kaynanam,
"İçeriz, içeriz, neden uygun olmasın, biz bizeyiz
şurda!" deyip itiraz istemedi.
Onlara da bira getirmek için
kalkacağımda aklıma bir şeytanlık geldi.
"İsterseniz size çok güzel bir Kokteyl hazırlayım?"
dediğimde, kaynanam, "Alkolü bol olsun ama!" diye tembihledi.
"Tamam!" deyip gittim mutfağa. Demin Bira alırken dolapta birkaç tane
Gazoz, Madensuyu ve yarım şişe Votka görmüştüm. Ama
hayatımda hiç Kokteyl hazırlamamıştım. Yine de önemli
değildi, yapacağım şeyin sadece Kokteyle benzemesi
yeterliydi...
Bir sürahiyi Gazoz ve Madensuyu
ile doldurdum. İçine yarım bardak Votka, birkaç tane yeşil
zeytin, birkaç dilim limon, birkaç tane buz ve Remzi efendinin verdiği
haplardan da 2 tane atıp karıştırdım. Tadına
baktım, bir boka benzemiyordu. Biraz toz şeker ilave edince, eh
işte, tadı birşeye benzemişti.
Sürahiyle birlikte, Kokteyl
bardağı bulamadığımdan iki tane de uzun meyvesuyu
bardağı götürdüm hatunlara. Bardaklara doldurken, "Ama
uyarmadı demeyin, alkol oranı çok yüksek bir Kokteyl bu, sizin
bildiğiniz Rakıya, Şaraba, Viskiye falan benzemez! Bu Kokteylin
adı: Sleepless Night Dreams." diye
de bir isim uydurdum.
Önce temkinli bir şekilde birer
yudum aldılar ve kaynanam, "Aman, bunun tamamı alkol olsa ne
yazar, Limonata gibi birşey işte!" diyerek bardağı iki
dikişte bitirdi. Zümrüt de ona bakıp içti. Limonata içer gibi içiyorlardı.
Ben Biramı ağır ağır yudumlarken, onlar şimdiden ikişer
bardak Kokteyl içmişlerdi. Keyfime diyecek yoktu, bu gece Zümrüt'ü
çatır çatır sikecektim, hem de kaynanamın yanında.
Kokteylin etkisini nasıl göstereceğini düşünüyordum ki, bir arabanın
gıcırdayan fren sesi duyuldu. Zümrüt, "Kaynım geldi, bu
onun arabasının sesi!" deyince, içimden (Hah, bir bu eksikti
amına koyum!) dedim.
Zümrüt'ün kaynını
tanımıyordum ve niye gelmişti bilmiyordum. Ama bu
gece Zümrüt'ü sikme planım suya düşmüştü galiba...
[Harun]
Köyümüzün Amcıkları
Tüm Bölümleri
|